Haftasonu Gökova’daydım. Yoga kampında. Kaldığımız yer sade, süssüz doğanın içinde güzel bir yerdi. Sahibi Hayrettin burayı yaratmanın 17 yaşından beri hayali olduğunu anlattı. Genç yaşta hayalini gerçekleştirmiş olmasını hayranlıkla dinledim.
Çalışanlarla da tanıştık. Çoğu 20’lerin sonu, 30’ların başı genç insanlar. Kurumsal iş hayatını bırakan, hayalinin peşinden giden. Büyükşehrin metroyla işe gidip gelen beyaz yakalısı buranın yeni bisikletlisi. Eviyle işi arası 6 dakika. Kıskanmamak mümkün değil.
Mertcan’ın Azra Kohen’le röportaj yapmışlığı var, medyada çalışmış. ‘Burada ne iş yapıyorsun?’ diyorum. ‘Ne olursa.’ diyor. ‘Badana yapıyorum, çay dolduruyorum, isteyene kahve yapıyorum, ne lazımsa.’ Halinden o kadar memnun ki. Güldüğünde bütün yüzü gülüyor.
Gizem işletme okumuş. İstanbul’da bir düzeni var. ‘Ama şimdilik buradayım.’ diyor. Önümüzdeki hafta yapacağı yoga kampının hazırlığını yapıyor, yoga eğitmeniymiş. İncecik, dal gibi, çok hoş bir kız.
Renk mutfakta ikinci şef. (Birinci şef sezonda gelecekmiş) Muhteşem yemekler yapıyor. Frig pilavına gül yaprakları koyuyor, semizotuna dut. Gastronomi okumak istiyor. Kızıl saçlarına inat safi bir sakinlik ve huzur abidesi. Slow food, slow city akımının insana uyarlanmış hali olsa Renk olurdu kesin.
Peki bana ne kaldı bu insanlardan? Sanırım rotayı değiştirme cesareti bulmalarından inanılmaz etkilendim. Hele genç yaşta bunu yapabilmiş olmalarından daha çok. Yaşamdan keyif almaları, bunu olabildiğine abartısız yapabilmeleri, hallerinden memnun olmaları, yüzlerini boyayıp eğlenmeleri, hepsinden çok etkilendim.
Aslında yaşamın tadı bu basitlikte diye düşündüm. Parmak arası terliklerinle aylak aylak dolaşmak, hava serin derken öğle güneşiyle bedavadan ısınmak, nar ağacının yeni çiçeklenmiş gölgesinde ikindi sohbeti yapmak, kahvaltı sofrasının ardından bir çay daha demlesek mi demek, elinde file semt pazarını dolaşmak, akşama ne pişirsek gibi dünyanın en tatlı sorusunu sormak.
Bütün bunlar basit çok basit ve bir o kadar da yaşamak değil mi? Pahada ağır şeyler yaşamak olunca bedavadan verilmiş olanları görmüyoruz. Hal böyle olunca manayı bulamamış ruhlarımız mutsuzluğa gark oluyor. Sonra yine başlıyoruz aramaya. Çoğunlukla bilsek de basit olduğunu arıyoruz. Koşuşturmanın, sürekli meşgul olmanın, para, şöhret, ünvan, statü sahibi olmanın yaşamak olduğunu sanıp arıyoruz. Ta ki gerçekten bulmaya niyet edene kadar.