Medyanın gündemi, yeni bakanlar. Milli Eğitim Bakanı büyük heyecan uyandırmış, Ticaret Bakanı atandığını yolda öğrenmiş, Milli Savunma Bakanı, yemin etmeden önce üniformasını zor çıkarmış ama yılların getirdiği hazırolda durma alışkanlığını üstünden sıyırıp atamamış! Siyasetin magazini. Simgeler, semboller: İki kadın biri örtülü, birinin başı açık. Biri TOBB kontenjanından, biri büyük kızımızın dernek arkadaşı.
Dernek, feminist kadın derneklerine karşı kurdurulmuş. Her şey normal olsa, sığ sularda balık avlamakla oyalanılabilinir, fanteziler üretilirdi. Ama buraya gelene kadar rejim değişti, rejim! Ve henüz bu yeni rejimin uyum yasaları bile yok. Ülke nasıl yönetilecek, bir şema çıktı ortaya, ona bakıp anlamaya çalışıyoruz yolu, büyük şehirlerin metro haritalarına benziyor. O ona, bu şuna bağlı. Hepsi, Cumhurbaşkanına.
Seçim öncesi kampanya sırasında seçmene hoş gelecek mesajlar verilirken hayvan hakları aktivistleri adalardaki atların faytonlarda nasıl da acımasızca çalıştırıldığını gündeme getirip kaldırılmalarını istiyordu. Sorumlu bakan şu yanıtı vermişti: “Cumhurbaşkanının karar vermesini bekliyoruz, o işi çözeceğiz.”
Tiyatro ve bale nereye?
Adadaki attan, Devlet Opera ve Balesi’nin olup olmayacağına ve hatta kimin basın kartı alacağına da artık ve zaten Başkanın karar vereceği bir sistemde hangi bakanın neyi nasıl değiştirip nerede ne kadar inisiyatif kullanabileceğini bilmiyorum. Yeni yönetim biçimini de bilmiyorum, kararnameler yeni çıkıyor.
Bir numaralı kararname 7 kısım, 539 madde, iki yüze yakın sayfa. Ve tabii ne bu maddelerin içeriği, ne neye kimin nasıl karar vereceği, sokaktaki vatandaşın hiç mi hiç konusu değil, sonuçlarıyla karşılaşana dek hiç ilgilenmeyecek. Ve tabii ben de şimdi kalkıp “Ah ah, Devlet Opera ve Balesi’nin tüzel kişiliğine çok yazık oldu, bundan sonra sanat ve müzik ne olacak?” diye dövündüğümde, kaç kişi ilgilenecek? Ve hele sanatçı diye Alişan’ı bilen AKP seçmeninin hiç mi hiç umrunda olmayacak. Bu rejim değişikliği bunun için bu kadar kolay oldu ya. Kusura bakmayın ama o başkanlık törenine gelen yabancı konukların kimliğine baktığınız, hatta çağrılan davetlilerin yarısı geldiği için boş kalan koca bahçeyi gördüğünüz zaman, hangi ligde, hangi kategoride olduğunuzu da görüyorsunuz. Yoksa parlamenter demokrasiden bütün güçlerin birleştiği bir tek adam rejimine geçiş ne bu kadar kolay olurdu, ne de olurdu.
Kedicikleri sahiplendiriyoruz!
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden inşa edildiği gün, Adnan Oktar’a operasyon yapılması tesadüf mü? Yoksa çok iyi başarıldığı gibi algı operasyonu mu?
Orada yaşayanlar diyor ki, “Kazanın olduğu hat köyümüzden geçer, bugüne kadar bir tek kaza olmadı. Geçen yıl rayları yenilediler, bu yıl kaza oldu.” Çünkü uzman raporuna gerek yok, fotoğraf ve videolardan görülüyor, rayları yenilemişler ama altına destek yapmayı unutmuşlar!
Hepsi boşlukta duruyor. Tamam yağmur yağmış, toprak kaymış da, orası zaten yağmurları ve su basmalarıyla ünlü bir bölge, Afrika çölü değil, ona göre yapılsa ya! Yapılmamış. Kontrol edilmemiş. Yağmur yağmış, rayların altındaki toprak akmış, tren yoldan çıkmış, 24 can gitti, yüzlerce yaralı var. Yayın yasağı geldi. Üç beş gariban da gözaltında. O hattı yapan, kontrol eden, etmeyen, sorumlular nerede? O genç kızların, küçük çocukların katilleri? Biz tabak gibi dümdüz bir arazide tren yolu döşemeyi beceremeyip çocuklarımızı kurban verir ve bunun için feryat etmeye bile yayın yasağı gelirken bütün dünya seferber oldu, yerin yedi kat dibinden, mağaranın içinden çocuk kurtarıyor! Heyecanla izliyorum, bana klostrofobi geldi, (kapalı yerde kalamama rahatsızlığı!) o mağaranın içinden hepsi, bir an önce çıksınlar diye kıvranıyorum.
Tam da bu günlere denk gelen Soma faciasını düşünüyorum. Su basan madende boğulan yavrusu için anasının “Benim oğlum yüzme bilmezdi ki!” diye feryat edişini hatırlıyorum. O işçiler ki, Tayland’lı çocuklar gibi keşif merakıyla mağaraya girmemiş, kapkara madenin içine ekmek parasının peşinden inmişti.
Tütün ekmeleri yasaklanıp aç kalınca madene mecbur kalmış, içerde cehennem ateşiyle yanarken mühendise şikayet etmiş ama dinletememişlerdi geliyorum diye işaret veren faciada da 301 işçimiz ölmüştü Soma’da. Dünya 11 meraklı küçüğü kurtarmak için seferber. Şimdilik 24 insanımız, sadece güvenli yolculuk yapmak isterken devrilen trende öldü. Büyük, kıskanılan Türkiye!
Neresinden baksam anlam veremiyorum
Cumhuriyet tarihinde önemli bir gün. Bir dönem kapanıyor, bir dönem açılıyor. Tayyip Erdoğan, il başkanı olarak başladığı siyaset kariyerine belediye başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanı seçilerek devam etmişti. Şimdi Tek Adam olarak yeni bir sisteme imza atıyor, ki bu sistemi ilmek ilmek kendi arzusuna göre inşa ettirdi. Parlamenter sistem ve kuvvetler ayrılığı, yani yasama, yargı ve yürütmenin tek kişiye bağlanarak denetimin sonlandırılması, bir anlamda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin de sonu demek.
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümeti adı verilen, siyaset biliminde yeri olmayan bu modelle ülkeyi kararnamelerle yönetecek. Bakanlarını, seçilmemişler arasından kendi seçecek. Yargı başkanlarını ve daha pek çok yetkiliyi de seçeceği gibi. Meclisin ne işe yarayacağını anlayamadığım için bu kadar işlevsiz bir kuruma neden 600 kişi seçtiğimize hiç mi hiç akıl erdiremiyorum, onlar için harcanacak para israf değilse nedir?
Cumhurbaşkanı yemin töreninden önce son çıkarılan kararnameyle 18 bin 632 kişi daha kamudan ihraç edildi. Bu kadar çok kişinin neden sakıncalı olduğunu kim bilebilir ki? Bir kısmının sadece sosyal medya paylaşımları, bazısının imzacı olması yetmiş. İtiraz hakkı olmaması ise hukuken ayıp. OHAL şakası. Yeni dönem ülkemize hayırlı olsun.
Size iki kitaptan bahsedeceğim; çok taze baskı olduğu için henüz hepsini okuyamadım ama geciktirmeden bir an önce tavsiye etmek istedim . “Günahlarımızda Yıkandık” bir polisiye roman başlığı gibi dursa da aslında gazetecilik meslek etiği üzerine yazılmış, örneklerle anlatılmış çok önemli bir çalışma. Faruk Bildirici Hürriyet Gazetesi’nin Okur Temsilcisi.
Yani gazetenin elemanı, ama gazeteden bağımsız olarak yayını eleştirme ve yanlışları gösterme hakkına sahip. Faruk Bildirici birkaç konuda gazetenin önemli yazarlarıyla da ters düşerek fikirlerini yazabilme şansına sahip oldu.
Dolayısıyla medyanın el değiştirdiği, kapandığı, küçüldüğü, dijitalleştiği bir dönemde dönüp hatalarımıza bakmak için iyi bir kaynak. 15 temmuz üzerine Bir diğeri ise yine bir gazeteci, Şükrü Küçükşahin’in yayına hazırladığı 15 Temmuz Gerçekleri. Kitap, tarihe ışık tutma iddiasında, çünkü 15 Temmuz sonrası TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nun çalışmaları, bir anlamda CHP de dışlanarak sonlandırıldıktan sonra CHP’li üyelerin yazdığı bin sayfalık muhalefet şerhinden yola çıkılarak hazırlanmış.
Herkesin okuyup öğrenebilmesi için kısaltılmış, dili sadeleştirilmiş, olaylar da özetlenmiş. Bu nedenle kitabın üzerinde CHP’li komisyon üyeleri Aykut Erdoğdu, Aytun Çıray, Sezgin Tanrıkulu ve Zeynel Emre’nin de isimleri var.
Şükrü Küçükşahin, çoğu belgelere dayalı bin küsur sayfalık raporu çok da fazla kısaltmaya kıyamamış. FETÖ gerçeği ve nereden çıktığıyla ilgili bölümleri içeren ikinci bir kitap hazırlanmasına da bunun için karar verilmiş.
Belge ve bilgilere dayalı olarak o gece olanları ve perde arkasını anlatan bu yayını ve gelecek olan ikincisini de merakla okuyacağınızdan eminim. Her iki kitabın da yazarı arkadaşlarımı sizlere önerirken ikisinin de Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’den öğrencim olduklarını ve gazetecilik meslekleri süresince araştırmaya dayanan kitaplar yazdığını da büyük
Selda Bağcan’la şarkı söyle
İstanbul gündüzleri yapış yapış sıcak, geceleri de müziğin rüzgarı sarıyor her yeri. İKSV’nin 25 yıldır süren Caz Festivali, dünyaca ünlü caz sanatçılarını birbiri ardına İstanbul’a taşırken, İstanbul 9. Uluslararası Opera Festivali’nde La Traviata’yı aynalı dekorunda bülbül sesli sopranosu Burcu Uyar’dan dinlemek ayrıcalıktı.
Birkaç gün arayla iki melek yavrumuzu kaybettik, doğal olarak duygularımız tavan yaptı. Canilerin öldürdüğü iki yavrunun acısıyla herkes “İDAM” diye bağırmaya başladı.
Cezaların ağırlığı hasta ruhlu psikopatları canilikten vazgeçirmez, yani hiçbir ruh hastası, beni idam edecekler diye sapıklığını yapmaktan vazgeçmez.
Öncesinde başka işaretler verir, sıkça gördüğümüz gibi hayvanlara musallat olur, o zaman yakalayıp tecrit edeceksiniz. Biz ne yapıyoruz? Çocuğa istismarda bulunan komşusunu tutuklamayıp, aynı binada oturmasına bile göz yumuyoruz! Bağırmadı, rızası vardı gibi saçma gerekçelerle çocuk istismarcılarına göz yumuyoruz.
Bunlar cezalar yetersiz diye değil, genel iklimin hakimlere de yansımasından yaşanıyor. Ayrıca bir tehlike de idam cezasının daha sonra kimlere uygulanacağı: geçmişte olduğu gibi, siyasilere, muhaliflere. En korkuncu da kime uygulanırsa uygulansın, bunun geri dönüşü olmayışı, ya bir masumu öldürüyorsanız?
İdam cezası olsaydı Ergenekon, Casusluk davası gibi kumpas davalarında yargılanıp müebbet almış bütün suçsuz insanlar asılmıştı! İdam ceza değil, rövanştır. İnsan canı almaya devletin de hakkı yoktur. Devlet can almak yerine canı korumalı. Niye koruyamıyorsunuz? Çünkü çocuklara tasallut, adeta teşvik ediliyor.
Ne yapmalı ve nasıl yapmalı?
Üniversitede okurken radikal solcu arkadaşlarım “Biz sizi kurtarmaya geldik” diye gecekondu mahallelerine, esnafın yoğun olduğu küçük çarşılara siyaset yapmaya gider, dayak yiyip gelirdi. CHP’nin durumu bana onu hatırlatıyor. “Ne yapmalı”dan çok “nasıl yapmalı”ya odaklanmalı, “Halk için halka rağmen” formülünün dikta olduğunu bildiğimize göre “Halk için halkla beraber”i nasıl başaracağımıza bakmalı.
Yıllardır önümüzdeki gerçek bu: Eğitimsiz, yoksul halk, bir siyasi partiye, dini, milliyetçi, duygusal nedenlerle bağlanıp, sosyal yardımlarla gözünü boyayan ama çektiği sıkıntıyı sona erdirmeyen, özgürlükleri kısan, adalet ve eğitim gibi temel konularda yanlışlar yapan iktidarının peşinden gidiyor, bunu bir süre sonra takım tutma psikolojisine çevirip kişisel menfaatlerine ters düştüğü zaman bile vazgeçmiyor!
Seçim sonuçları daha bütün oylar sayılmadan, Cumhurbaşkanı tarafından “Ben kazandım” diye açıklandığı için belki, güvensizlik sürüyor. Seçimin olduğu gece, seçmenlerin yarısı için kara delik gibi. Millet İttifakı’na ve özellikle de Muharrem İnce’ye oy vermiş seçmenler sadece seçim kaybedildiği için değil, o gece yalnız bırakıldıklarını düşündükleri için büyük bir hayal kırıklığı ve kızgınlık yaşıyor. Muharrem İnce’nin Ayşe Arman’a, CHP Genel Başkan Yardımcısı Tezcan’ın Saygı Öztürk’e, Altan Öymen’in İpek Özbey’e ve CHP’nin seçim sonuçlarının işlenmesinden sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel’in Meltem Yılmaz’a verdikleri röportajlar bunun için önemli. O geceyi ve olup biteni tam aydınlatmıyor ama bir fikir veriyor.
İnce suskundu
İnce, YSK’nın önüne iskemle atıp oturacağım demişti ama sonuçları YSK’ya sadece 6 dakika mesafede bir ofiste izlemiş. O sırada Anadolu Ajansı, öncelikle Erdoğan’ın önde olduğu sandıkları duyuruyor, CHP’ye ise sayılar yeterince hızlı ulaşamıyor! Olanaklar eşit değil tabii ki. İki tarafın verileri arasında, açılan ve sayılan sandık sayısı açısından fark büyük. Bu arada AA da iki saat kadar hiç sonuç açıklamıyor. Herkes meraktan kıvranırken Cumhurbaşkanı kazandığını açıklıyor! İnce’den ses yok, ortaya da çıkmıyor, söylentiler alıp yürüyor. Altan Öymen bu durumu tecrübesizlik diye açıklarken İnce, kesin sonucu görmek için beklediğini söylüyor, sonrası düş kırıklığı ve atılan o whatsapp mesajı, facia! Tezcan, üç kez açıklama yaptığını, ancak CHP’ye ulaşan sonuçlarla AA’nın verileri arasında sonucu değiştirecek bir fark olmadığını gördüklerini söylüyor. O gece sokaklarda AKP seçmeni silah sıkarak zaferi kutlarken Adil Seçim Platformu’nun çöktüğü haberlerine açıklık yok! Her tür yalan yanlış haber dolaşıyor. İnce bu spekülasyonları “Paranoyak insanların uydurması, beni kimse tehdit edemez” diye yalanlarken kendisi için meraklanıp üzülen seçmenlerini bir kez daha kırdığını düşünmüyor mu? Elbette o gece seçmenlerden daha büyük şoku o yaşadı ama...
MHP sürprizi
Akşener ve Temel Mollaoğlu’nun daha çok oy alacağını ve ikinci tura kalacağını zannetmiş, kampanya bile yapmamış MHP’nin atağını ise bu mahallede kimse ön görmemişti. İnce’nin 40 gün gibi kısa bir sürede eşitsiz koşullarda yaptığı kampanya ile aldığı sonuç elbette büyük başarıdır, ancak kuşkular giderilmeli.
CHP, kesin verileri açıklamalı
Adıgüzel, Adil Seçim Platformu’nu oluşturan üç partinin birlikte çalışmasının bile başarı olduğunu ancak o gece aksaklıklar yaşandığını söylüyor. Yine de bütün veriler girilmiş, itirazlar yapılmış, vekil sayısı bile arttırılmış. İşte bunların hepsini bilmek seçmenin hakkı: partiye ulaşan ıslak imzalı tutanaklardaki sonucu ve YSK ile arasındaki farkı açıklayın. İnce, adaylığının sürdüğünü, bir dahaki seçim için çalışacağını,ancak asla kurultay ve CHP Genel Başkanlık yarışına girmeyeceğini de açıklamış ki doğrusu budur. Parti, doğru adaylarla baskın yerel seçime ve iki yıl içinde yapılması muhtemel erken genel seçime iyi hazırlansın yeter! Gördük ki doğru adaylarla daha iyi sonuç alınıyor.
Psikopat katilleri niye koruyorsunuz?
Seçim sonuçları bir parti için zafer, diğeri için yıkım mıydı, ne kadar hile hurda karıştı, nerelerde kim ne kazandı, bunları en iyisi siyaset araştırmacılarından, rakamların analizini yapanlardan dinlemek gerekirdi, TÜSES’in toplantısı tam da bu ihtiyaca cevap verdi; sonuçları neredeyse bire bir doğru bilen KONDA Araştırma’dan Bekir Ağırdır, araştırmacı Gülfem Sanver, CHP Parti Meclisi üyesi Prof. Burhan Şenatalar’ın analizleri umut verdi, düşündürdü, yol haritası çizdi. En çarpıcı noktalarını özetleyeceğim şimdilik.
Bekir Ağırdır en geç 2 yıl sonra, 2020’de tekrar bir genel seçim bekliyor, çünkü “AK Parti’nin ülkeyi yönetim stratejisi olan korku ve duygu, seçim ortamlarında tavan yapıyor, başka türlü yönetemezler” diyor. Gülfem Sanver de “Korkunun seçmeni sağ ve muhafazakar politikacıya yönelttiğini, savaş ve terör söyleminin seçmende ölüm korkusu ve tramva yarattığını, bunun da yeniye değil, varolan, bilinen güçlü iktidara sarılmayı getirdiğini” vurguluyor. AKP liderinin söyleminden ne kadar da tanıdık değil mi?
Hele “Tek adam” sisteminde. Sanver, kampanyaları incelerken Erdoğan’ın eleştirilen Tek Adam sistemine karşıt başka Tek Adam’ların çıkarıldığını, hiçbir partide ekip göremediğimizi işaret ediyor. Tek adama karşı tek adam çıkarır, üstelik onun sevgi ve bağlılığıyla dalga geçerseniz, seçmen savunmaya geçip, 16 yıldır tanıdığı, sevdiği “tek adam”ı seçiyor.
Hangi seçmen?
Konuşmacıların en çok üzerinde durduğu konu da seçmenin kimliği oldu elbet. Sadece 16 değil, çok uzun yıllardır seçmenin sosyo kültürel özellikleri ve etnik aidiyeti, oyunu belirliyor. Eğitim, gelir, dindarlık düzeyi, şehirleşme bir yanda, etnik aidiyet diğer yanda etkili olunca, yıllardır CHP’nin ve 16 yıldır AKP’nin aldığı oy değişmiyor.
AKP ile MHP’nin seçmen tabanı aynı. HDP’de görülen farklılık ise küçük kayışlar. Bir kaç büyük şehir dışında zaten her ilde ikili bir rekabet var. Eğitimli tuzu kurularla dindar muhafazakarlar çekişiyor, bu ikiliden hangisi çoksa o kazanıyor.
Kürt bölgelerinde ise muhafazakar Kürtlerle seküler Kürtler oyları paylaşıyor. Ağırdır bu durumu “kendi duvarlarını aşamayıp içinde hapsolmak” olarak tanımlıyor. “İnce kendi seçmenini ikna etti ama karşı seçmeni ikna edemedi.
Kampanya koşulları eşitsiz
Anlatacağım hikayenin mevkii Bodrum değil Kaplankaya’da, Didim ile Bodrum arası, Milas diyelim. Monaco’nun üç katı büyüklüğünde bir arazide Türk ve Kazak ortaklardan oluşan Capital Partners grubu üç yıl önce burada Canyon Ranch ile büyük bir yatırıma imza atıyor. Ne ki açılışının yapılacağı tarihe rastlayan 15 Temmuz gecesi bu yatırımın da sonu oluyor!
Sağlık turizmi yapmak için Türkiye’ye gelmiş bulunan şirketle, turist kalmayınca anlaşma da bozuluyor. Neyse ki Türk ortak, Emekli Büyükelçi Onur Öymen’in oğlu Burak Öymen, bölgeyi terketmiyor, ortaklarıyla yatırımın yönünü dünyanın en iyi otel markalarından biri olan Six Senses ile kaliteli turizme döndürüyor. Ve bakir Kaplankaya yamaçlarında bugün oteli, marinası, farklı mimarilere sahip villaları ve daireleri ile adeta bir model kasabanın, çağdaş ve çevreci bir yaşam merkezinin temeli atılıyor. proje beni neden mi ilgilendirdi? Size pek gayrimenkul projelerinden bahsetmem.
Ama burada sessiz sedasız, özel sektörün kıyılarda yaptığı dünyanın en büyük 20 projesinden biri gerçekleştirilirken, insan ve doğa olarak çevreye de müthiş bir saygı var. 50 bin dönüm arazinin yüzde 85’i yeşil alan olarak kalacak.
Buna rağmen günlük 8-10 bin nüfusluk bir yaşam söz konusu ve buna hizmet edecek insanlar için bölgedeki köylerle iletişim kurulmuş, sadece yaşlıların yaşadığı köylerden şimdi burs alıp üniversiteye giden gençler çıkıyor. Köylü kadınlar eğitilmiş, tesiste çalışıyor. Köylerdeki yaşama da dokunulmuş, sağlık ocağı, okul yapılmış; cami ve mezarlıkları onarılmış.
TURUNCU BAYRAK
Six Senses Otelleri’nin temel bir felsefesi de endüstriyel sürdürülebilirlik. Sıfır atık ilkesi, tesislerde plastik kullanılmıyor. Plastik şişenin yerini cam şişe almış.
Zeytin yağı bahçedeki zeytinlerden toplanarak yapılıyor.
Türk milleti demokrasiyi seviyor, sahip çıkıyor. Kendi usulünce! Seçim olunca ciddiye alıyor. Sandığa gidiyor. Oyunu verip kulağının üstüne yatmıyor. Kazanmak için ne lazımsa yapıyor. Sevdi mi ölümüne seviyor, adayı iyi yapmış, kötü yapmış diye bakmıyor. Seçimlerde biraz kan da dökülüyor, biraz hırsızlık da yapılıyor, biraz kavga da çıkıyor, kutlamalar erken başlayıp havaya silah da sıkılıyor.
Tabii bunları hazmetmek, kabullenmek de kolay olmuyor. Ben her seçim sonrası ekrana davet edildiğimde, mensup olduğum siyasi görüş her seferinde kaybettiğinden, bunun sosyolojik nedenlerini açıklamaktan bıkmıştım. Türk halkının çoğunluğu muhafazakar, dindar, milliyetçi. Bu topluma kadın aday, Alevi aday, sosyal demokrat aday, fazla okumuş yazmış aday, şehirli aday kabul ettirmek zor. Yabancılıyor.
Bu tür adayları kıyılar, büyük şehirler seçiyor. Bu seçimde söz konusu bir tür başkan seçmek olduğu için aday daha da önemliydi. Hayattaki her şeyimize karışacak, karar verecek birini seçeceğiz sonuç olarak, babamızdan beter. Her zaman olduğu gibi tuttuğum tarafı açık yüreklilikle destekledim. Kendini tanıtma ve propaganda yapma süresi çok az olmasına rağmen İnce’nin şansı olabileceğine de belki inanmak istediğim için inandım!
Çünkü eğitimde, adalette, çevre konularında, demokratik hak ve özgürlüklerdeki talep ve beklentilerim, mevcut iktidarın verdiklerinden farklıydı.
Erdoğan’ın 16 yıllık siyasi birikiminin yarattığı bağımlı kitleyi elbette biliyorum, ama kabul edin ki ne kampanya performansı ne de kıraathane gibi vaatleri rakibinden iyi değildi. Devletin imkanlarına rağmen mitingleri tenha, reytingleri düşüktü. Ne bunların ne yaşanan ekonomik sıkıntıların hiç önemi yokmuş!
Zaten Maltepe’de de 3-4 milyon değil, 500 kişiymişiz, hayal görmüşüz! İzmir, Ankara, İstanbul, Antalya, Mersin, Eskişehir mitinglerine gelenler hayal etmiş. İnce’nin aldığı 15 milyon oy, elbette küçümsenecek bir oy değil. Seçim gecesi bizi ekranların karşısında öksüz bırakmış ve bir WhatsApp mesajıyla terk edilmiş sevgili gibi hissettirmiş olsa da gösterdiği çaba için kutlamak lazım. Bundan sonrası için önünde uzun ince bir yol var. Ne yapabileceğini zaman gösterecek.
Devlet Bahçeli’yi ve MHP’yi de anlamaya imkan yok. Öldü bitti sandığınız anda küllerinden doğuyor. Kampanya bile yapmadı, aday bile olmadı, iktidara bile talip değildi ama hâlâ var, hâlâ yaşıyor, hâlâ ciddi bir oy alıyor, hâlâ kilit parti oluyor, aritmetiği bozuyor! Sihri nedir? Erdoğan’ı rejimi değiştirmeye, erken seçime ikna etti. Af ve bedelli askerlik ısrarını sürdürüyor. Karanlıklar Lordu, esrarını koruyor!
CHP’li seçmen, Kızılay gibi diyordu bir yorumcu. Oylarını ihtiyacı olanlara cömertçe dağıtıyor. Bu kez de HDP’yi ve İYİ Parti’yi çıkardı kuyudan! Milletvekillerini İYİ Parti’ye veren, bundan önce de HDP ve hatta MHP’yi baraj altı kalmaktan kurtaran hep CHP seçmeni. Sonra bir bakıyorsunuz ki kendi partisine fazla bir şey kalmamış. Bu sefer olduğu gibi. Ama HDP’li seçmen de keşke seçilemeyecek Demirtaş yerine İnce’ye verseydi? Şaka değil, HDP 67 milletvekiliyle mecliste tekrar üçüncü parti oldu! Keşke özgürlük savaşçısı kabul edilen Veli Saçılık da seçilebilse ve her gün polis dayağı yemekten kurtulabilseydi.