Dünyada en çok çay içen, çaya meraklı ülkeler hangileridir deseler sayacaklarım içinde Japonya, İngiltere ve Rusya başta gelir. Ve şimdi ne öğreniyorum? Nescafe’nin dünyadaki en önemli üç müşterisi bu ülkeler olmuş! Tamam, hazır kahve büyük rahatlık, karıştır suya, iç, mis gibi kahve de, hayret yani. Aslında kabul etmek gerek ki markası ürün adı, jenerik olmuş bir durum söz konusu. Ne içersiniz diye sorulduğunda, “Neskavee!” dendiği zaman kastedilen tabii ki filtre kahve aslında, ama hazır kahve markası olan Nescafe, o kadar bilinçaltımıza kazınmış ki onun adını söylüyoruz.
Kahvenin öyküsü
Aslında bu hazır kahvenin ortaya çıkışının öyküsü ilginç: 30’lu yıllardaki büyük ekonomik kriz zamanına dayanıyor. Kahve, petrolden sonra borsada üzerinde oynanan ikinci emtia. 1929 krizinde kahve fiyatları Wall Street’de dibe vurunca Brezilya depolarındaki büyük miktarda kahve stokunun bozulmadan saklanabilmesi için çözüm aranıyor. Ve İsviçre’nin Orbe kentindeki laboratuvarlarda tam 8 yıl boyunca önceden pişirilip hazırlanmış, ama suyu alınıp saklanabilen “çözünülebilen kahve” üretiminin formülü aranıp bulunuyor. 1938 yılında bu ürüne Nestle ve Cafe kelimelerinin bileşimiyle Nescafe adı verildi. 77 yıldır da dünyanın her yerinde içiliyor.
Nasıl hazırlanıyor?
Formülü sır gibi saklanıyor ama aslında çok basit. Tam da formülün bulunduğu laboratuvarı gezdik, gördük. Yeşil kahve çekirdeği üretici ülkelerden fabrikaya geliyor. Yüksek ısıda kavruluyor. Pişirilip içindeki suyun bir kısmı buharlaştırılıyor. Kalan bölümü bu kez eksi 58 derece dondurulup kristalize ediliyor ve diğer su da gidiyor. Bildiğiniz pütürcükler halindeki “gold” kahve, kavanozlara koyulup, etiketlenip satışa sunuluyor. Bu işlemde sadece su ve kahve kullanılıyor.
Tadı nasıl?
İşlem basit ama tadı hiç de öyle değil, her ulusun, her ülkenin, herkesin damak tadı farklı. Örneğin Japonlar, gelişmiş bir ülke olarak çok sofistike tadlar arıyormuş. Kuzey ülkeleri sert ve siyah kahve severken bizim gibi ülkelerde daha yumuşak içimli, sütlü ve şekerli kahve tercih ediliyormuş.
Sağlığa zararı var mı?
Durup dururken kahve muhabetti de nereden çıktı, kahve çekirdeklerini yiyip hoplayıp zıplayarak keşfedilmesini sağlayan keçi Kalvi gibi siz de kahveyi yeni mi keşfettiniz sorusu aklınıza gelebilir. Geçtiğimiz günlerde Dünya Kahve günüydü. Nestle İçecekler Grubu Genel Müdürü İsmail Bütün, bu vesileyle, hem yıllardır sessiz sedasız işini yapan Nescafe’yi medyaya açmak hem de yanlış bilinen bazı doğruları yerinde göstermek istemiş. Hazır kahve nasıl üretiliyor, içinde başka bir şey var mı görelim istemiş. Kahve selülit yapar mı, vitamin tüketimini engeller mi, kim ne kadar içmeli sorularının yanıtları da elbette bu gezideuzmanlarına çok soruldu, çok tartışıldı. Klasik yanıt her şeyi kararında yapmaktır elbette. Günde iki üç fincan kahvenin kimseye zararı yok. 25 fincan çay içenlerin ülkesinde lafı mı olur! Selülit konusuna yanıt ilginçti; selülit giderici kremlerin içinde kahvenin içindeki kafein de varmış! Bence kahveyle uğraşacağınıza bol bol yürüyüp spor yapın, az yağ tüketin, selülitiniz olmaz. Şişmanlatan ise kahve değil, içine koyduğuz şeker ve krema. Türklerin kahveyi de çayı da şekersiz içme zamanları geldi geçiyor bile.
Türkler nasıl seviyor?
Türkler daha çok Arabica çekirdeğinden yapılmış orta kavrulmuş, şekerli ve sütlü kahveyi seviyor ve günde 4.5 milyon fincan Nescafe tüketiyormuş! Hele o tek içimlik “üçü bir arada”lar pazarı on yıl içinde tam on kat büyütmüş! Bu tek içimlik paketler, Türkiye’de Karacabey tesislerinde harmanlanıp paketleniyor. Türkler kahveyi daha çok evde içiyor, mutlaka süt ve şeker de koyuyormuş. Yüzde 75 olan bu trend, her caddede birden fazla açılan kahve dükkanlarıyla gerileyecek gibi geliyor. Özellikle gençler, kahve dükkanlarında takılmayı, internete girmeyi, hatta ders çalışmayı seviyor!
Meğer biz celladımızı seviyormuşuz!
IŞİD hakkında ne düşünüyorsunuz? Göğsünü gere gere kafa kesen, kadınlara tecavüz edip seks kölesi yapan, (onlar cariye diyor), Ürdünlü pilotu canlı canlı yakan, eşcinsel diye insanları camdan atan, dünya kültür mirası müzeleri, antik kentleri balyozla kırıp döken bir Ortaçağ kalıntısı, vandal insan topluluğu. Bu benim düşüncem ve sanıyorum ki aynı topraklarda yaşadığım, aynı ülkenin kimlik kağıdını taşıdığım insanlar da böyle düşünüyor. Öyle olmadığını öğreniyoruz yavaş yavaş.
Sonuçlar vahim
Ankara Katliamı’nda ölü sayısı 100’ü bulmuşken bu araştırma tekrarlansa aynı sonuç çıkar mı bilemiyorum ama Metropoll Araştırma’nın bir ay önce Türkiye’nin Nabzı başlıklı araştırması vahim sonuçlar ortaya koyuyor: Cemal Sancar’ın Diken’e yaptığı açıklamaya göre “IŞİD’e sempati duyuyor musunuz?” sorusuna verilen yanıt, yüzde 95.3 ‘Hayır’ oluyor. Aman ne güzel demeyin hemen. Demek ki yüzde 4.3 de sempati duyuyor! Yani birlikte yaşadığımız insanların yüzde 5’i sempati duyuyor bu vandallara! Hem de sıkı durun, bu yüzde 4.3’ün yarısı AKP’li! Anlaşılabilir diyelim. Yüzde 1.7’si MHP’li. Hadi bunu da anladık. Ama ya 1.6’sının HDP’li olmasına ne demeli? Ve hatta, sıkı durun, CHP’ye oy vermiş kitlenin binde 2’sinin de IŞİD’e sempati duyuyor olmasına ben hasta oldum! Binde 2 az değil arkadaşlar, CHP 11. 5 milyon oy aldı. Bunun binde 2’si 20 binden fazla eder! CHP’ye oy vermiş 20 bin kişi niçin IŞİD’e sempati duyuyor, biri bana anlatsın? Bir kişi bile fazla, bir kişi bile! Ya biz bu IŞİD işini anlamadık, ya da gerçekten ne dediğimizi bilmiyoruz.
Korunuyor iddiası
Ve AKP, tevekkeli değil, bombayı atan IŞİD dememek için bin dereden su getiriyor ve hatta IŞİD’in devlet içinde korunup kollandığı, üst düzeyde arkası olduğu söyleniyor. Sonra da gelip yüz kişiyi katlediyor. Biz de salak gibi niye o canlı bombalar yakalanmadı diyoruz. Haa, bir de niye AKP hâlâ yüzde 40 da CHP hâlâ yüzde 27- 28 diyoruz. Geleceğimizden giderek daha çok korkuyorum