Sevgili dünlük, hani bir söz var ya; “Ben orayı avucumun içi gibi bilirim” diye, işte ben o sözü Buca için söylüyordum ama yine yanılmışım. Çünkü bu yıl yine üç yeni keşif yaptım. Ayrıca bu yanılma hali beni ziyadesiyle mutlu etti. Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin her yerinden gelen, seyahat yazarı, gezgin ve fotoğrafçılarla yeniden bir “BUCA’YI KEŞFET” gezisi yaptık.
Üç gün süren gezide rehberlerimiz eşliğinde, Buca’nın köylerini, doğasını, kültürünü çok detaylı bir biçimde anlama fırsatı yakaladık. Gerçi üç gün daha gezsek kim bilir neler olacaktı? Neticede bu sefer cebime doldurduklarımdan üçünü sizinle paylaşmak için sabırsızlanıyorum!
MANAVUR SU KEMERLERİ
Manavur deresi, Kangöl deresi, Kozağaç deresi... Hepsi aynı aslında. Biraz araştırınca gördüm ki her dönem ayrı konuşulmuş. Ben Manavur diye tanıdım öyle devam edeceğim. 1965’te Yılmaz Güney “YARALI KARTAL” filmini burada çekmiş. Yemyeşil bir vadinin içinde, buz gibi şırıl şırıl akan bir dere Manavur. Üstünde bir su kemeri, çevresinde birçok çeşme var. Yakın çevrede yaşayanlar, içme suyu lezzetli bu kaynağa gelip su dolduruyor. Osmanlı Dönemi’nde Rumlar tarafından Kozağaç deresi denmiş.
Günümüzde suyu kışları daha yoğun, bahar ve yaz aylarında daha az akıyor. Açıkçası bu doğal güzelliği tanıdığıma çok sevinmekle beraber, ziyaretçilerinin bıraktığı çöpleri görünce de bir o kadar üzüldüm. Gezgin arkadaşlarımdan biri beni derinden etkiyelen bir şey söyledi. “Buraya gelip, imkanlarından yararlanıp, buraya çöplerini bırakıp, zarar verenler, buranın kendilerine ait olduğunun farkında değiller.” Bunu cidden anlamakta zorluk çekiyorum. Nasılsa benim değil diyerek çevreye zarar vermek, insanlığa sığar mı? Umarım herkes bize altın tepside sunulmuş bu güzelliği korumak için daha çok çaba gösterir.
LAVANTA KÖYÜ DOĞANCILAR
Son yıllarda sosyal medyanın da büyük etkisiyle fotoğraf ve seyahat çok ilgi görüyor. Böyle olunca, fotoğrafa uygun lokasyonlar çokça soruluyor. Isparta, Kuyucak Keçiborlu’da bulunan lavanta tarlalarını duymuşsunuzdur. Yıllardır popülerliğini yitirmiyor.
Bu hem şık, hem mis kokulu, hem leziz bitkiyi, Buca Doğancılar köyünde görünce aşırı mutlu oldum. Özenli dikimi, bakımlı bahçesi ile uzun vadede Isparta kadar iyi bir örnek olacağına eminim. Doğancılar köyü, lavanta öncesi ve sonra iki ayrı dönem yaşayabilir. Ülkenin her yanından hatta global çevrelerden ilgi görebilir. Güler yüzlü, çalışkan, tertemiz köy halkının emeklerinin karşılığını almalarını yürekten isterim. Umarım ilgili birimlerden gereken desteği ve eğitimi de alarak yollarına devam edeceklerdir.
BAYRAKBİLİM VE TÜRK BAYRAKLARI MÜZESİ
Buca’da bir bayrak müzesi olduğunu öğrendiğimde içimde büyük bir coşku hissettim. Türkiye’nin ilk milli bayrak müzesi olan Bayrakbilim ve Türk Bayrakları Müzesi’ni, Dokuzçeşmeler Yerleşkesi’nde bulunan Eylül Köşk içinde, Dokuz Eylül Üniversitesi açmış.
Geçmişte yer alan Türk devletlerinin ve dünya medeniyetlerinin simgeleri sergileniyor. Zamanında Levanten Barff ailesine ait olan köşk, Barff Köşkü ya da Eylül Köşkü günümüzde nefis bir müze olmuş. Çok iyi kurgulanmış, çok güzel tasarlanmış, gezmesi çok keyifli. Buca gezimizden aklımda en çok kalan yapı oldu. Özellikle genç kardeşlerimin gidip buraları gezmesini çok kıymetli buluyorum. Milli değerlerimizin unutulmaması gerekliliğini hatırlatıyor.