Doyduğum Yer - Mehmet Kutay Özel

31 Mart 2020, Salı 08:38

Hem kolay hem sağlıklı: Evde yapabileceğiniz pratik tarifler

Hepimizin evlerinde geçirdiği şu günlerde bir güruh evde spora ve sağlıklı beslenmeye odaklanmışken, benim de aralarında bulunduğum çoğunluk ise tamamen karbonhidrat ağırlıklı beslenmeye yöneldi. Stres altında olan insan vücudu daha çok besin alıp depolama eğiliminde olduğu için, ben de vücudumun isteklerini dinleyip ona istediğini veriyorum. Ama bu gidişata bir dur demek lazım. Evde çalışanlar için fazla vakitlerini almadan kolayca hazırlayabilecekleri tarifleri sizlerle paylaşıyorum. Afiyet olsun.

Lavaşlardan birinin üzerine mozzarellanın yarısını dökün ve üzerine diğer lavaşı kapatın. Salça, zeytinyağı ve kekik ile hazırladığınız sosu lavaşın üzerine iyice yayın ve kalan mozarellayı da sosladığınız lavaşın üzerine serpin. Ben üzerinde ince şeritler halinde kesilmiş hindi füme, yeşil biber ve siyah zeytin koymayı tercih ediyorum, siz de kendi zevkinize göre malzeme kullanabilirsiniz.

İyice haşlandığından emin olduğunuz nohut ve buğdayları kenara ayırın. Süzme yoğurt ve normal yoğurdu, istediğiniz kıvama gelene kadar su ekleyerek iyice karıştırın. Haşlanmış nohut ve buğdayı da ekleyip iyice karıştırın. Servis ederken üzerini taze nane yaprakları ve sumak ile süsleyebilirsiniz. Gönül isterdi hiç değilse şöyle coss diye bir tereyağı gezdirelim diye ama neyse hayal kurmayalım şimdi..

Yufkaları önce dörde, sonra da her bir parçayı ikiye kesin; bu şekilde sekiz eşit parça elde etmiş olacaksınız. Peynirleri iyice ufaladıktan sonra maydanoz ile karıştırıp hazırladığınız iç harcınızı yufkaların geniş kısımlarına dökün ve sigara böreği şeklinde sarın. Yağlı fırın kâğıdı serilmiş tepsiye dizdiğiniz böreklerin üstüne yoğurt-su karışımından sürün. Önceden 200 derecede ısıtılmış fırında üzeri iyice kızarana kadar pişirin.

Muzu bir çatal yardımıyla ezdikten sonra; yulaf ezmesi, fıstık ezmesi ve hindistan cevizi yağı ile karıştırın. Minik küpler halinde doğradığınız kuru kayısıları da ekleyin. İsterseniz ufalanmış ceviz, fındık, badem, keten tohumu, chia tohumu da ekleyebilirsiniz. Elinizle yumurta büyüklüğüne getirdiğiniz kurabiyeleri fırın tepsisine dizin ve önceden 180 derece ısıtılmış fırında yaklaşık 10 dakika pişirin. Daha fazla pişirmeniz kurabiyenin kurumasına neden olabilir.

26 Mart 2020, Perşembe 07:48

Karabiber hakkında her şey: Faydaları nedir, nerede kullanılır, nasıl yetişir?

Nereye gitsem karşıma çıkıyordu. Evde, kafelerde, restoranlarda bir kenarda duruyor ve sessizce pusuda bekliyordu. Önceleri fark etmemiştim bile, o zaten hep oradaydı. Zaman geçtikçe benim farkındalığım arttı, her baktığım yerde onu görmeye başladım. Her yerde virüs vardı, evden çıkmayalı 9 gün olmuştu ve artık onu görmek gerçekten sinir bozucu bir hal almaya başlamıştı. Aldım karşıma ve konuştum: “Arkadaş, her yerde sen varsın. Kimsin sen? Nereden geldin? Nasıl becerdin de her sofraya, her yemeğe koydurdun kendini?”

Dünyanın en eski baharatı olarak bilinen karabiberin nüfus kütüğünde Güney Hindistan yazıyor. E-Devlet’e girip alt-üst soy bilgisi sorgulama ekranından kontrol edince ise Çin’den Brezilya’ya kadar neredeyse tüm sıcak iklim kuşağı ülkelerinde kendisine benzeyen akrabalarının yetiştirildiği görülüyor.

Yaklaşık 4 bin yıldır tüketilen karabiber, Büyük İskender’in seferleri ile doğudan Avrupa’ya taşındı. Özellikle Orta Çağ döneminde artan popülaritesiyle birlikte değeri de tavan yaptı ve hediye, vergi ve rüşvet olarak kullanılmaya başlandı. Bu kadar değerli olunca da daha fazlasını aramak için seferler düzenlendi. Kristof Kolomb, Macellan, Vasco de Gama gibi kaşiflerin seyahatlerinin en büyük motivasyon kaynağı karabibere ulaşmaktı. Tüm Avrupa’ya dağıtım yapan, karabiber lojistik üssü konumuna gelen Venedik’te bir de karabiber borsası kuruldu.

Karabiber metrelerce uzunlukta olan ağaçlarda, salkımlar halinde yetişen kırmızı meyvelerden elde edilir. Henüz yeşilken toplanan bu meyveler, güneşte kurutuldukça siyahlaşır ve bildiğimiz karabibere dönüşür. Siyah karabiberin kabuğu ayıklandığı zaman daha yumuşak bir aromaya sahip beyaz biber üretilir. Ayrıca toplanan meyveler henüz yeşilken şoklanıp kurutulduğunda yeşil biber; olgunlaşıp kızardıktan sonra şoklanıp kurutulduğunda ise kırmızı biber olarak sofralarımızda yer bulur. Marketlerde satılan renkli biber karışımlarının özünde hep aynı meyve vardır.

Neredeyse bütün yemek tarifleri karabiber kullandırır. Her türlü kırmızı ve beyaz etlerde, sebze yemeklerinde, pilav ve makarna çeşitleri gibi çoğu yemeğin tarifinde yer edinmiştir. Yabancı kaynaklı tariflerde geçen “çeşnilendirmek” eylemi ise (seasoning) bizlere tuz ve karabiberin nasıl da ayrılmaz bir ikili olduğunu gösterir.

Diğer taneli baharatlarda da olduğu gibi, öğütüldükten sonra karabiberin içerisindeki yağ hava ile temas ettiğinde kendi aromasını yitirmeye başlar. Bu nedenle öğütülmüş olarak paketlenen hazır karabiberin aroması daha zayıftır ve bundan dolayı mutfaklarda karabiber değirmeni kullanımı sıklıkla tercih edilir. Özenle hazırlanan yemekler için ise karabiber taneleri havanda dövülür ve ince bir süzgeçten geçirilir. Süzgeçten geçen ince kısım yumuşak ve baharatlı tadından dolayı yemeğe doğrudan katılır. Süzgeçte kalan siyah kabuk parçaları ise sunum sırasında süsleme için kullanılır ve yemek sırasında güçlü bir tat bırakan sürpriz lezzet bombalarına dönüşür.

23 Mart 2020, Pazartesi 10:35

Peynirli makarna tarifi: Nasıl yapılır?

Televizyonda ve sosyal medyada sokakların ne kadar boş olduğunu görüyoruz. Dışarıya çıkıp, insanlarla temas ettiğimizde aslında kendimize değil, olası virüs taşıyıcısı olma durumumuzdan ötürü çevremizdeki insanlara ve sevdiklerimize zarar verebileceğimizi unutmamamız gerekiyor. Bunları göz önüne alıp evden çıkmamalı ve bu vesileyle de mutfağa yönelmeye devam etmeliyiz.

Şüphesiz ki hepimiz tagliatelleden düdük makarnaya kadar çeşit çeşit makarna stokladık. Buna bizi iten temel şey; makarnanın uzun ömürlü, dayanıklı, kolay hazırlanabilen, vs. özellikleri değil; sadece panik ve korkuydu. Artık madem geri dönüşü yok, evler makarna doldu; tadını çıkarmaya bakalım.

Şık mekanların menülerinde “mac’n cheese” diye görürüz kendisini. Ev yemekleri yapan, esnaf lokantaları ise fırında makarna diye servis eder. Hangi isimle yediğimizin pek bir önemi yok, öyle ya da böyle hepimizin en sevdiği yemeklerden biri.

Aşağıdaki tarif normal şartlar altında geçerli. Yani havalı peynir isimlerinin yazdığına bakmayın, her türlü yağlı peynirle değiştirebilirsiniz. Örnek verecek olursak ben dün yaptığımda yağlı beyaz peynir, tulum peyniri, kaşar ve mozzarella kullandım. Sizler de evinizdeki malzemelerle hayal gücünüzün sınırlarını zorlayabilirsiniz. (Alışverişe çıkma, evde kal!) Bu sayede özellikle evde duran, bozulmaya yüz tutmuş peynirlerinizi muhtemelen lezzetli şekilde değerlendirmiş olacaksınız.

Makarnamızı haşladıktan sonra kenara alıp beşamel sosu yapmaya odaklanın. Tereyağını eritip, içinde unu yavaşça çevirerek kavurmaya başlayın. Burnunuza güzel bir kavrulmuş un kokusu gelmeye başladığı an sütü ekleyin. Süt kaynamaya başladığında tuz, karabiber, granül sarımsak, kırmızı toz biber ve hardalı ekleyin ve iyice karıştırın.

Gelelim işin sırrına. Sosun altını kapatın ve hemen sonrasında sos halâ kaynamaya devam ederken bütün peynirleri ekleyin, sadece 100 gr kadar mozzarella kenarda bırakın. Peynirler altı kapalı olan sosun içinde iyice eriyip güzel bir kıvam elde edince makarnaları üstüne dökün ve iyice karıştırın.

21 Mart 2020, Cumartesi 12:57

Kandil simidi nasıl yapılır? Lezzetli kandil simidi tarifi ve yapılışı

Yıllardır çok farklı sektörlerde, çeşitli şirketlerde çalışma fırsatım oldu. Her şirketin birbirinden farklı yan hakları var. Kimi paskalya yumurta sepeti verir, kimi bayramlarda bir kutu çikolata verir, kimi şirket çalışanları için ofise masör getirtir, kiminde de hiçbir yan hak yoktur. Ama Türk, Amerikan, Çinli; nereli olursa olsun çalıştığım bütün şirketlerde, istisnasız kandil simidi dağıtılıyordu. Şirket politikasında olmasa bile yöneticiler ya departman bütçelerinden ya da kendi ceplerinden harcayıp, yine de bu adeti yaşatıyordu.

Benim için kandilin en büyük habercisi sokaklarda simitçi tezgahlarına dizilen kutular, pastane vitrinlerinde sıra sıra oluşturulan kutu piramitleri ve ellerindeki poşetlerde o kutulardan taşıyan, mutlu insanları görmek oluyor. Bir kutuda 5 tane susamlı, 5 tane de sade çıkar ve genelde susamlılar biter, sadeler kalır. Yılların beyaz yakalısı olarak, ofiste kandil simidi kemirirken gözlemlediğim onlarca denek ise bana şunu gösterdi: Kendi içinde yaşayan ve sakin insanlar sade, daha dışa dönük ve yüksek enerjili insanlar ise susamlı kandil simidini tercih ediyor.

Peki bu simit nereden çıktı, nasıl oldu da her yıl beş kere evimize girer hale geldi? Bildiğim kadarıyla dini açıdan bir anlamı yok, eğer bilen varsa lütfen beni de bilgilendirin. Geçmişte kandillerde yapılan akraba, komşu ziyaretlerinde hamur kızartması, helva götürüldüğünü hatırlıyorum. O zamanlar da kandil simidi vardı aslında ama artık insanların evde bir şey hazırlama imkânı bulamamasından dolayı popülerliğinin arttığını düşünüyorum. Her geçen gün hazıra yönelen insanlara dönüşüyorken, evde kaldığımız bugünlerde üretkenliğe odaklanalım ve evde kendi kandil simidimizi yapalım.

Büyükçe bir kabın içine yumurta sarılarını, tereyağı, sıvıyağı, yoğurdu, tuzu, şekeri ve mahlebi alıp karıştırın. Unun yarısını azar azar ekleyin ve devamında kabartma tozunu dökün. Kalan unu da bir yandan yoğurmaya devam ederek ekleyin. Hamurunuz hazır olduğunda üzerini örtüp yaklaşık 15 dakika dinlendirin. Ceviz büyüklüğünde kopardığınız parçaları elinizle uzun silindirler haline getirip iki ucunu birleştirin ve küçük simit şekli verin. Simitleri önce yumurta akına, sonra da iyice susama bulayın ve yağladığınız ya da yağlı kâğıt serdiğiniz fırın tepsinize dizin. Önceden 200 derecede ısıttığınız fırına verdiğiniz simitler iyice kızarana kadar bekleyin. Hepinize iyi kandiller dilerim, afiyet olsun.

19 Mart 2020, Perşembe 15:52

Makarna günlükleri

Bugün için çok daha farklı bir yazı planlamıştım aslında. Nereye gidelim, ne yiyelim konuları için çok da uygun zamanlarda olmadığımız için gerekli notları aldım ve hepsini önümüzdeki güneşli günlere sakladım. Madem evlere kapanmış durumdayız, üretici olabileceğimiz bu zamanları en verimli şekilde geçirmemiz için hiçbir engel bulunmuyor.

Dışarıya sık sık çıkmamak için birçoğumuz stoklu alışverişe yöneldik. Uzun süre dayanıklı olduğu için de en çok hazır makarnayı tercih ettik. Hazırlamaktan en çok keyif aldığım şeyler makarna ve sosları olduğu için ben mutfakta mutlu bir şekilde vakit geçiriyorum. Dışarıya çıkmadığımız bu günlerde sizlerin de yapmaktan ve yemekten keyif alabileceğinizi düşündüğüm bir tarif paylaşmaya karar verdim.

İtalyanca “Pasta aglio e olio” diye söylemesi çok havalı olsa da Türkçe karşılığı zeytinyağlı ve sarımsaklı makarna olan bir tarifle başlayacağım. Bu makarnayı ilk defa Chef filminde şef rolündeki Jon Favreau’dan, Scarlett Johansson’a pişirirken görmüştüm ve evde yaptıktan sonra bir anda en sevdiğim yemeklerden biri haline geldi. Malzemeleri ve hazırlaması gerçekten çok basit, aşağıdaki tarif 4 kişilik olsa da ufak porsiyonlarla 5-6 kişiye kadar servis yapılabilir.

Hazırlanışı

Makarnalarımızı bol tuzlu suda, al dente (dişe gelecek şekilde) haşlayın. Süzmeden önce haşlama suyundan yaklaşık bir kâse kadarını kenara ayırın, makarnamızı soslarken ihtiyacınız olacak. Zeytinyağının tamamını bir tavada kızdırıp içine ince ince dilimlediğiniz sarımsakları atın ve sarımsaklar kokusunu bırakıp hafif altın sarısı bir renk alana kadar kavurun. Üzerine tuz, karabiber ve kırmızı biberleri ekleyin ve biraz daha karıştırdıktan sonra süzdüğünüz makarnaları ekleyin.

Sarımsaklı yağın makarnanın her yerine bulaşabilmesi için iyice karıştırın ve bunu tavayı sallayarak yapmanız gerekiyor, böylelikle makarnaların zarar görmesini engellemiş olacaksınız. Her yerine iyice bulaşmadığını düşünüyorsanız kenara ayırdığımız makarna suyundan azar azar ekleyebilirsiniz. Tavanın altını kapattıktan sonra ince kıyılmış maydanoz ve parmesanları ekleyin ve karışana kadar iyice sallayın. Servis tabağına aldıktan sonra üzerine yarım limon sıkıp kaldıysa biraz daha parmesan koyup servis edebilirsiniz. Afiyet olsun.

16 Mart 2020, Pazartesi 10:41

Dünyadan sokak lezzetleri

Seyahatlerimde sokak yemeklerine özellikle ağırlık vermeye çalışıyorum. Farklı sokak yemeklerinin peşinden koşarak normalde aklımın ucundan geçmeyecek sokaklara girip, farklı insanlarla tanıştım. Genelde insanların yerel mutfaklarını anlatma eğilimi olduğu için keyifli sohbetler ettim. Özellikle de iki taraf aynı dili konuşmayınca, o sohbetler daha da ilginç bir hal alıyor. Önemli olan bir yere gitmek değil, yoldayken yaşananlar olsa da ,hedefe ulaştığımda beni lezzetli bir şeylerin beklediğini bilmek, süreci daha da heyecanlı hale getiriyor.

Adında 'street food' geçen, menü içeriğinde Türkiye’den sokak yemeklerinin yanına hamburger, taco gibi dünyadan sokak yemekleri ekleyen mekânların sayısı gittikçe artıyor. Türk damak tadına uygun olan yemekleri menülerinde tercih edenlerin sıklıkla beğenildiği bu tip mekanlar, bizlere büyük resmin küçük bir önizlemesini sunuyor. Peki, her kuşun etinin yenmediği gibi, her sokağın yemeği yenir mi, biraz da bundan bahsedelim.

Avrupa’ya geçtiğimizde Batı’nın ahlâksızlığını(!) kahvaltıya hak ettiği ilgi alâkayı göstermemelerinden çok net anlıyoruz. Çok başarılı, dünyaca ünlü pastanelere, fırınlara sahipler ama günün sonunda kahvaltı anlayışları kruvasan-kahve ikilisinden öteye geçemiyor. Sokak yemeği olarak da benzer bir basiretsizlik gözleniyor. (İtalya hariç, İtalya’ya kalkan el taş olur!) Sokakta yürürken elde patates kızartması, dilim pizza, waffle, körili ketçaplı kızarmış sosisler neredeyse tüm Avrupa şehirlerinde görebileceğimiz, muhtemelen de çoğumuzun aşina olduğu lezzetler. Bana göre ise Avrupa’nın en lezzetli sokak yemeği döner!

Kreuzberg’ün meşhur sebzeli dönerini duymayan kalmamıştır. Mustafa’s Gemüse Kebap diye tanınan döner için dakikalarca beklenen sıraya kesinlikle değiyor. Aşina olduğumuz dönerden çok farklı ama bir o kadar da lezzetli bu sokak yemeğini yiyenler arasında Elon Musk bile var! O kadar ünlendi ki, geçtiğimiz yıllarda Diesel markası ile ortak bir koleksiyon bile çıkardılar.

Amerika sokak yemekleri konusunda tam bir eritme potası. Özgürlük, sınırsız çalışma ve yaşama hakkı hayalleriyle gelen her göçmen kendi mutfağından bir şeyler getirmiş. Hamburger, hot dog, donut gibi birkaç seçeneğin dışında satılan neredeyse bütün sokak yemekleri ağırlıklı olarak Meksika ve diğer göçmenlerin kültüründen geliyor. Bunun içinde tabii ki döner ve kebap türevleri mevcut. Son yıllarda popülerliğini zirveye taşıyan ve çok severek yediğim poke bowl ise Hawaii kökenli. Hawaii’nin jeopolitik konumu gereği hem Japon hem de Polonezyan mutfağından fazlasıyla etkilenmiş bir yemek. Basitçe, pilav üstüne çiğ balık ve sebze (bazen de yosun) olarak tanımlanabilir. Bunların dışında Amerika’da, Çin ve diğer Uzakdoğu ülkelerinin mutfaklarından da çok fazla seçenek bulunuyor ama hiçbiri orijinal tariflerine sadık değil. Amerika’da yaşayan halkın damak tadına uygun olacak şekilde reçeteleriyle fazlasıyla oynanmış durumdalar.

09 Mart 2020, Pazartesi 13:26

Netflix’te Türkiye mutfağı

Yemek yemediğim, yemekle ilgili bir şeyler okumadığım, yemekle ilgili yazmadığım zamanlarda yemekle ilgili şeyler izlemekten çok keyif alıyorum. Bu konuda Netflix’in muhteşem yapımları inanılmaz yardımcı oluyor. David Chang denen muhterem şefin yapımcılığını üstlendiği “Ugly Delicious” ve “Breakfast, Lunch and Dinner” favorilerim arasında. Iron Man ve Avengers filmlerinin yapımcısı Jon Favreau beyefendinin ise Chef filminden yola çıkarak hazırladığı “The Chef Show” da bizleri Hollywood ünlüleriyle birlikte lezzet yolculuğuna çıkartıyor.

“Ugly Delicious”un yeni sezonu geçtiğimiz cuma Netflix’te yayınlandı ve hafta sonu oturup bütün yeni bölümleri izledim. Son bölümde hiç beklemediğim bir sürpriz vardı. “Et Dönerken” adlı bölümde New York’ta açtığı “Bang Bar” isimli döner restoranı için David Chang’in yaptığı araştırmalar ve dünya mutfaklarında dönerin tarihi konuları işlenmişti. David Chang bu vesileyle Türkiye’yi de ziyaret etmiş, İstanbul ziyaretinde ise kendisine Mikla’nın şefi Mehmet Gürs ve Vogue Türkiye’den Cemre Narin eşlik etmiş. En sevdiğim programlardan birinde Türkiye’yi görünce izlemekte olduğum bölümü hemen durdurdum, evdeki en büyük bayrağı balkona astım ve tüm gücümle bağırmaya başladım: “Baş koymuşum Türkiye’min yoluna!”

Çocukluğumdan beri televizyonda bizden bir şeyler görmek beni inanılmaz heyecanlandırır. Filmlerde İstanbul adı geçtiği zaman yaşanan heyecan bir kenara, adı Anne olan bir oyuncunun adını jenerikte gördüğüm zaman bile bir süre kendime gelemezdim. Hayran olduğum şeflerden birini koca ekranda; Beşiktaş’ta, hem de kartal heykelinin yanında görünce ister istemez bir afallama yaşadım. Hep birlikte oturup Karadeniz Döner’de dönerlerini yerken dönerin Türk topraklarından çıkıp evrim geçire geçire tüm dünyada farklı şekillerde rastlanabilen bir yemeğe dönüşmesinden bahsediyorlar. Daha sonra ise vapurla Kadıköy’e geçip balık pazarında Özcan Turşu’ya uğruyorlar. En son da Borsam Taşfırın’a gidip lahmacun ile bölümün İstanbul kısmı kapanıyor.

David Chang’in geçtiğimiz sene İstanbul’a geldiğini Instagram’da Bayramoğlu Döner’den yaptığı paylaşımdan öğrenmiştim. Daha sonra bu paylaşımı kaldırmıştı, belki de orada yapılan çekimleri programda kullanmamaya karar verdiler. Açıkçası dönerle ilgili bir bölümde, üstelik gitmelerine rağmen Bayramoğlu’ndan bahsedilmemiş olması bana biraz garip geldi.

Türk mutfağı daha önce de Netflix’e konuk olmuştu. Chef’s Table, ikinci orijinal Netflix belgesel serisi. Her bölümde bir şef ve o şefin restoranı konu ediliyor. Beşinci sezonun ikinci bölümünde Musa Dağdeviren ve her aklıma geldiğimde koşa koşa gittiğim Ciya Restoran bulunuyor. İstanbul’da en mutlu olduğum yer kesinlikle Çiya Restoran. Şehir dışından ne zaman misafirim gelse yemeğe götürme bahanesiyle Çiya’ya koşuyorum. Çiya’da yemek yerken hiçbir şey soğumasın diye inanılmaz bir stres yaşıyorum. Bu stres yüzünden bir kere kaşığı sert ısırıp dişimi kırdım, sayısız defa da dilimi ısırıp kanattım.

Kebap kültürü, kendi hayat hikayesi, Çiya’nın kuruluşu ve bugünlere gelişi hakkında muhteşem bir bölüm olmuş. En çok hoşuma giden kısım ise Musa Dağdeviren’in Nizip’de fırıncı sendikası olmadığı için fırıncıları greve götürmesi ve eşi Zeynep Çalışkan Dağdeviren ile tanışma hikayesi oldu. David Chang’in de kendi programlarında sıkça bahsettiği bir konu olan yemek üzerinden yapılan ırkçılık konusuna da çok yerinde dokunuşlar yapılmış. Oysa hangi ırk, din, mezhepten olduğu fark etmeksizin ağzı yemekle doluyken bütün insanlar benzer bir dil konuşuyor.

04 Mart 2020, Çarşamba 10:33

Sokak yemeklerine neden bayılıyoruz?

Her konsepti hızlıca tüketme konusunda Türk girişimcisinin başarısı tartışılmaz bir gerçek. Son 2 yıldır bunun en iyi örneğini sokak yemekleri konusunda görüyoruz. Birbiri ardına açılan mekanlar, fark yaratan dekorasyonlar, çekilen onlarca fotoğraf, Instagram gönderileri, övmelere doyamamalar, bir defa gidilen yere bir daha gidilmemesi, İstiklal Marşı ve kapanış...

Beşinci günün şafağında doğuya baktığımızda, tepenin üstünde Gandalf’ı ve yanında lokmacı ordusunu gördük. Binbir kelime oyunlarına sahip isimleri ile birbirlerinden ayrışmış olsalar da aslında hepsi aynıydı ve maalesef çoğu da aynı sonu paylaştı. Şimdi popülerlik midye-kokoreç koalisyonuna geçti. Birbirine benzeyen bütün mekanlarda kokoreç ve midyenin ayrılmaz birer ikili olarak sunumunun yapıldığını görüyoruz. Farklı olmaya çalışan yerler ise 'kokoreç tako', 'midyeli pizza' gibi farklı varyasyonlar deniyor. Açıkçası nam salmış birkaçı dışında büyük bir kısmı lokmacı arkadaşlarının yanına gidecek gibi duruyor.

Bir yemeğin sokak yemeği ünvanını alabilmesi için yerine getirmesi gerektiği tek bir sorumluluğu var: Sokakta satılmak! Bu yanıyla ele aldığımızda, cennet vatanımızın aynı zamanda bir sokak yemeği cenneti de olduğunu fark ediyoruz. Beşiktaş’ta maç sonrası yenen köfte ekmek, soğuk bir Ankara akşamı tavuklu pilav, koşuşturma içindeyken ayaküstü yenen bir kumru, gobit ekmek arası haşlanmış yumurta, simit-ayran ikilisi, ıslak hamburger, pamuk şeker, halka tatlı diye bu liste uzar gider. Bunların benzer yönleri ise; ucuz olmaları, kolay ulaşılabilir olmaları, hızlı olmaları, anne-babalar tarafından sağlıksız oldukları gerekçesiyle çocuklara genelde yasaklanmış olmaları. Bu yönleriyle ele alındığında Amerika’nın meşhur fast-food restoranlarından hiçbir farklarının olmadığını görüyoruz.

Yüzyıllarca büyük imparatorluklara başkentlik etmiş, sayısız uygarlığın buluşma noktası olmuş İstanbul ise hem Türk mutfağının hem de sokak lezzetlerinin birbirinden güzel örneklerine rastlanılabilecek, sürprizlerle dolu bir şehir. Osmanlı mutfağının ağır etkisi olsa da Yahudi, Ermeni ve Rum kültürlerinden de çokça esintiler görmek mümkün. Ayrıca Türkiye’nin en çok göç alan şehri olmasından dolayı, ülkenin dört bir köşesinden gelen yerel mutfaklara da sık rastlanıyor. E haliyle böyle bir şehirde yaşayıp her şeyi yemek istiyor olmak kaçınılmaz.

Ucuz. Ya da günümüz itibariyle konuşacak olursak, eskiden ucuzdu. Dünya mutfakları incelendiğinde genellikle geliştirilen yeni tariflerin savaş, felaket ya da kıtlık zamanlarında ortaya çıktığını görüyoruz. Medici Hanedanı döneminde tüm hanedan refah içinde sanata doyarken, yiyecek et bulamayan Floransalılar ise çöpe atılan iç organları tırtıklayarak hayatta kalmaya çalışıyordu. Lampredotto o günlerden beri hala yaşamını sürdüren yiyeceklerden biri. İri kıyım olarak kesilen baharatlı işkembe parçaları salçalı sosla ıslatılmış ekmek arasında yeniyor. Bu açıdan