Günümüz global sisteme dikkat ederseniz, sürekli geçmişle hesaplaşıyor, geçmişin izlerini silmeye çalışıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de kendi yarattığı ve sürekli yenilediği sistemi, “öncesiz”, “eşsiz” ve “en doğru” olarak sunma çabası. Bu şekilde yeni nesiller öncesinden, hatta başka tür bir yaşamın olduğundan habersiz, önüne sunulanı “en iyi” olarak kabul ediyor, sorgulamadan bu yaşamın akışı içine giriyor.
Bu nedenle çeşitli bahanelerle geçmişi anmak önemli. Bazı olayların yıl dönümleri bu şekilde geçmiş üzerine düşünmek ve ders çıkartmak için en önemli fırsatlardan biri.
Yaşadığımız günleri düşünürsek, devletimizin ve bu topraklar üzerine varlığımızın teyidi olan 30 Ağustos Zafer Bayramı dışında 31 Ağustos da Osmanlı tarihi bağlamında çok önemli bir gün.
Osmanlı saltanatının üzerinde en çok konuşulan padişahlarından ikisi için bu tarih önemli bir yıldönümünü ifade eder.
Sultan II. Abdülhamit, saltanatının ilk günlerinden bugüne kadar etrafında tartışma eksik olmayan bir padişah. Bazıları “Kızıl sultan” derken bazıları da “Ulu Hakan” diye anıyor.
II.Abdülhamit nasıl tahta çıktı?
Kuşkusuz Osmanlı tarihinin en karışık zamanlarına damga vuran II.Abdülhamit, bir 31 Ağustos günü tahta çıktı. Tahta çıkma öyküsü ise çok ilginç.
Sultan Abdülaziz’in hal’i ve akabinde ölümü, kuşkusuz tarihimizin en karanlık vakalarından biri. Hem harbiye hem de medrese öğrencilerinin katıldığı bu darbe sonucu V. Murat tahta geçti, Sultan Abdülaziz ise şüpheli bir “intihar” ile yaşama veda etti.
Abdülaziz, kuşkusuz devleti ele geçiren “derin” bir yapılanmanın istediği bir padişah değildi; onun yerine geçecek olan V. Murat ise bu yapı tarafından sevilen, yenilikçi ve insanlarla iletişimi iyi, zeki bir şehzadeydi. Ayrıca, Osmanlı tarihinde ilk mason padişah olarak tahta çıkacaktı.
İşler umulduğu gibi gitmedi
Ancak beklenmedik bir durum ortaya çıktı ve olaylar V. Murat’ı tahta çıkartanların umduğu gibi gitmedi. Padişah saltanatının daha ilk dönemlerinden itibaren sinir bozukluğu ve delilik belirtileri gösterdi, ata ters bindi, havuza atladı, sinir krizleri geçirdi. Abdülaziz’in şüpheli ölümünden sonra sinir bozukluğu had safhaya çıktı, kendini yatağa atarak günlerce hareketsiz kaldı.
Doktorlar padişahın derdine çare bulamazken, bu arada veliaht Abdülhamit Efendi de tahta çıkmak için başta Mithat Paşa olmak üzere devlet yetkilileri ile temasa geçti, hatta Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mahmut Celâlettin Efendi’den bile kardeşinin padişahlık yapamayacağının beyanı hususunda yardım istedi.
Bir rivayete göre Abdülhamit Efendi, Mithat Paşa ile buluşup meşrutiyetin teminatını da verdi.
Bütün bunlar olurken, Sultan Murat’ın da padişahlık yapamayacağı kesinleşti, 30 Ağustos 1876’da Topkapı Sarayı’ndaki Vükelâ Heyeti toplanışında hal kararı alındı. Karar veliaht Abdülhamit Efendi’ye tebliği edildi. Ertesi gün ise, önceden planladığı şekilde Hırka-i Saadet Dairesi’nde bekleyen veliahta “umumun ittifakı” ile tahta geçmesinin kararlaştırıldığı bildirildi.
İşte Osmanlı saltanatının arkasından en çok konuşulan padişahlarından biri, bir 31 Ağustos günü tahta böyle geçti.
“Artık beni bıraksalar da haysiyetimle ölsem”
Osmanlı padişahları arasında üzerinde en çok konuşulan bir başka padişah olan Sultan VI. Mehmet ya da Sultan Vahdettin de yine bir 31 Ağustos günü kılıç kuşandı.
Sultan Abdülhamit’in hal edilmesiyle tahta geçen Sultan V. Mehmet ya da Sultan Reşat, aslında idareyi tamamen İttihat ve Terakki Partisine bırakıp devlet üzerinde etkili olamadı.
Yaşamının sonraki günlerinde devlet görevlilerinin onu saymaması, sarayın tahsisatının kısılıp et yemeği bile çıkmaması onu çok üzdü. Sürekli “Artık beni bıraksalar da haysiyetimle ölsem” dediği rivayet edilir.
Gerçekten bu olaydan sonra ölüm çok gecikmedi. Sultan Reşat, 1918 yılının Ramazan ayında, adet olduğu üzere, ayın 15'inde Topkapı Sarayı’na, Hırka-i Saadet ziyaretine gitti ve durumunun kötüleşmesi ile Yıldız Sarayı’na döndü. Bir daha Yıldız Sarayı’ndan çıkmayacak olan padişah, 3 Temmuz 1918’de öldüğünde acılarının dindiği söylenir.
4 Temmuz tarihinde yine Topkapı Sarayı’nda toplanan Vükelâ Heyeti bu kez Veliaht Vahdettin’in tahta çıkmasına karar verdi ve veliahtın gelmesiyle tören başladı. Ancak veliaht Vahdettin çok da iyi değildi. Romatizma ağrıları artmış, bastonunun da unutulması ile durum kendi ifadesi bir “felaket” halini almıştı. Güçlükle, dinlenerek cülus törenini gerçekleştiren padişah öğleden sonra ise Sultan Reşat’ın cenaze törenine katılmayı ihmal etmedi.
Mahiyetinde Enver Paşa ile saraya gelen Sultan Vahdettin, cenaze töreninden sonra da Talat Paşa’yı kabul etti. Ancak İttihat ve Terakki Partisi’nin ülkeyi felakete sürüklediğini bilen ve padişahı çok iyi tanıyan bir isim, Mustafa Kemal, Sultan Vahdettin’in saltanatı ele almasından çok memnundu. İleride yollarının ayrılacağını bilmeden bir mektubunda;
“Yeni padişahın Osmanlı tahtına çıkmış olması bende, vatanımızın ve milletimizin selamete ve saadete ulaşması bakımından çok büyük ümitler doğurmuş bulunmaktadır. Rahmetli Sultan Reşat hazretlerinin ölümünden üzüntü duymakla birlikte, vatanın, milletin, ordunun ehilsiz ellerde oyuncak olmaktan kurtarılacağı kanaati bu üzüntüyü oldukça hafifletmektedir” diye yazmıştı…
Osmanlı tarihinde iki 31 Ağustos ve iki farklı olay… ve 30 Ağustos 1922.. Nerelerden nerelere geldiğimizi düşünmek için tam bir fırsat.