Sosyal medyadaki linç furyasının hedefindeki son isim, yazar ve programcı Aytuğ Akdoğan’dı. Okan Bayülgen’in konuk olduğu ‘Yazar Burada Ne Demek İstemiş?’ isimli programında, “Dostoyevski adi bir adamdı; kumar oynadı, hırsızlık yaptı, karısını aldattı ve aşırı Ortodoks’tu” dediği için yerden yere vuruldu, Twitter’da TT oldu. Instagram’da paylaştığı üstsüz(!) fotoğrafı eleştiri yağmuruna tutuldu, hakkında birçok yorum yapıldı. 28 yaşında, beş kitabı ve bir derlemesi var ancak pek sevilmediği aşikar. Neyse ki onun antipatik bulunmakla ilgili pek derdi yok. Şöyle diyor: “Bana çoğu kişi, ‘Seni sevmiyoruz ama programın şahane!’ diyor. Bu güzel bir şey. İlişkiler, salt sevgi üzerine kurulmak zorunda değil. Zaten ben de insanlara bayılmıyorum. Benden alabileceklerini alsınlar ve işlerine baksınlar.” Kendi deyimiyle ‘YouTube denen kahvehanede kitap programı’ yapan Aytuğ Akdoğan ile buluştuk ve biraz ondan, biraz bundan konuştuk.
1992 yılının Ağustos ayında nasıl bir aileye doğdun?
Sıradan, memur bir aileye doğdum. Bir de abim var, gece ve gündüz kadar farklı olduğumuz. Ben sabaha karşı eve dönerken, o jilet gibi takımını çekip bankadaki işine giderdi. Başarılı bir adam, ama bana göre fazla realist. Normal ama, sonuçta benim işim sözcüklerle, onunki sayılarla.
Yazmaya nasıl başladın?
İçe dönük, asosyal bir çocuktum. Kitapların bana sunduğu dünya insanların sunduğundan daha cazip geliyordu. Çok küçükken günlük yazmaya başladım. Böyle başladı...
Neden asosyal bir çocuktun?
Babam askerdi ve göçebe bir hayatımız vardı, sürekli şehir değiştiriyorduk. Bu yüzden sanırım, hiç çocukluk arkadaşım yok. Bir yere giderdik, tam alışırken hop başka bir yere tayin çıkardı. Bir de kısa boyluydum ve kendimi beğenmezdim. Kızlarla da konuşamazdım.
ÇOK SEVDİĞİM BİR LAF VAR: KADINLAR ŞAİRLERE AŞIK OLUR, MÜTEAHHİTLERLE EVLENİRLER
Bazı müzisyenler “Kadınları etkilemek için müziğe başlamıştım” derler ya, senin de yazmakla ilgili böyle bir motivasyonun var mıydı?
Hiç yok. Zaten yazarlık kadınlar konusunda bir avantaj değil, dezavantaj bence. Başta çok ilgi çekicisin onlar için; merak eder ve heyecan duyarlar. Bir süre sonraysa sana antidepresan önerip ‘gerçek’ bir meslek edinmeni isterler. Bu yüzden sanırım, yalnız yürünen bir yol yazarlık… Aradaki karşılaşmalar ise, güzel bir tesadüften ibaret. Çok sevdiğim bir laf var, “Kadınlar şairlere aşık olur, ama müteahhitlerle evlenir” diye. İşte aynen öyle!
Pekiiii, konu paraya geldiyse sorayım... 28 yaşındasın ve 11 yıldır yazıyorsun. 17 yaşındayken yayınladığın ve Erdal Eren’e ithaf ettiğin ‘Ben Hep 17 Yaşındayım’ ile başladın ve şimdi toplam beş kitabın, bir derlemen var. 11 yıldır kitap yazarak ne kadar kazandın?
Toplam rakamı bilmiyorum ama kitap telifleriyle kiranı değil faturalarını ödeyebilirsin. Tabii kaloriferi yakmadığın bahar ve yaz aylarındaki faturalarını...
BİR ‘ELIF SHAFAK’ DEĞİLSEN KİTABINDAN GELEN PARAYLA ANCAK FATURA ÖDERSİN
“Bir kitaptan para kazanabilecek son kişi kitabın yazarıdır” demişsin.
Evet, çünkü önce matbaa kazanır, sonra dağıtımcı, ardından yayınevi ve kitabı satan kitabevi kazanmaya başlar, en son yazara telif ücreti yatırılır. Peki, bu ne kadardır? Eğer bir ‘Elif Shafak’ değilsen alacağın telif oranı bellidir, misal 20 liraya satılan bir kitaptan vergisini de düşünce yazara en fazla iki lira kalır.
Para kazanmak için ne yaptın bu yaşa kadar?
Yazılabilecek ne varsa yazdım. Reklam ve senaryo yazdım, televizyon için metin yazarlığı yaptım, hatta bir ara ‘hayalet yazarlık’ bile yaptım. Son iki yıldır ise YouTube’dan kazanıyorum. Hatta şöyle üzücü ama gerçek bir şey söyleyeyim: Ortalama bir kitabımdan bir yılda kazandığım parayı, şu an tek bir YouTube videosundan kazanıyorum.
HER YAZARIN ORHAN PAMUK CİDDİYETİNDE OLMASINI BEKLİYORLAR
Son haftalarda üzerine çok gelindi. Linç süreci, Instagram’a üstsüz bir fotoğrafını koyduğun için eleştiri yağmuruna tutulmanla başladı. Böyle bir tepki bekliyor muydun?
Beklemiyordum. Bine yakın kişi takipten çıktı, fotoğrafın altında hâlâ “Sana yakışmadı abi” ya da “Kaldır şunu!” gibi yorumlar var.
Sence neden böyle oldu?
Çünkü kalıplaşmış bir yazar algısı var, insanlar her yazarın Orhan Pamuk ciddiyetinde olmasını bekliyor. Ya da daha berduş bir imgesi var yazarların, onları güzel bir yemek yerken ya da spor yaparken görmek istemiyorlar sanırım.
Bu fotoğrafı koyarak yazar tabusunu mu yıkmak istedin?
Aslında öyle bir derdim yoktu ama öyle oldu. Bir de kadınları düşündüm. Ben erkek halimle altı üstü tişörtümü çıkarttığım için linç yiyorsam, kim bilir size neler yazıyorlar diye üzüldüm.
SIRF KLASİK DİYE DOSTOYEVSKI’Yİ PUTLAŞTIRIYORLAR
Fotoğrafla başlayan linç, Flu Tv’de yayınlanan ‘Yazar Burada Ne Demek İstemiş?’ programınının Okan Bayülgen’in konuk olduğu bölümünde, “Dostoyevski adi bir adamdı” sözlerinle tavana vurdu. Twitter’da TT oldun...
Hâlâ aynı fikirdeyim. Dostoyevski müthiş bir yazardır, ancak adi adamın tekiydi. Eskiden Okan Bayülgen’in ekibindeydim, çok sevdiğim bir abimdir. Programdan sonra linç yiyip Twitter gündemine düşünce radyodaki programına çağırdı konuyu çözeyim diye ama çıkışta daha çok linç edildim. Hahaha! Bu da bir yazar tabusu aslında, sırf klasik diye adamın kendisini de putlaştırmışlar. Oysa roman başka, kişilik başka.
Bilgi Üniversitesi’ndeyken tarih profesörü Mete Tunçay hocamdı. Bir keresinde, “Hayranı olduğunuz insanlarla tanışmayın. Çünkü onlara biraz yaklaştığınızda büyük hayal kırıklığı yaşama riskiniz büyüktür. Bir insanın, yapıtıyla kendisi arasına mesafe koyun” demişti. Bu benim için kafa açıcı bir şeydi. İnsanlar genelde bu mesafeyi kaybettiği için senin Dostoyevski’nin eserlerine saldırdığını düşündüler sanırım... Oysa adi, hatta sapkın yazarların da eserlerini çok sevebiliriz.
Çok doğru bir önerme. Yine de şikâyet etmiyorum, bir günlüğüne de olsa sosyal medyada Dostoyevski’yi tartıştık. Zaten amacım bu aslında, YouTube denen kahvehanede kitap programının da yapılabileceğini göstermek... Yeni geçtiğim kanalda makyaj yapmadan, challenge yapmadan üç bölümde 250 binin üzerinde izlendim. Demek ki bu tür bir içeriğe de ihtiyaç varmış.
Ekşi Sözlük’te seninle ilgili iyi bir entry bulamadım. Ama sen bu antipati sarmalından korkmuyorsun ve çekinmiyorsun. Kendini insanlara sevdirmek gibi bir amacın yok, değil mi?
Çok antipatik bir adam olduğumu düşünebilirler, sorun yok. Bana çoğu kişi, “Seni sevmiyoruz ama programın şahane!” diyor. Bu güzel bir şey. İlişkiler, salt sevgi üzerine kurulmak zorunda değil. Zaten ben de insanlara bayılmıyorum. Benden alabileceklerini alsınlar ve işlerine baksınlar.
KEDİ DOLU BİR EVDE KEL, HUYSUZ VE YAPAYALNIZ BİRİ OLARAK YAŞLANACAĞIM
Sence sen neden dünyaya geldin?
Uzun yıllar önce Asya, Avrupa, sonra Orta Doğu ve Afrika'da hayatın anlamını arayıp durdum. Girmediğim sokak, sormadığım insan kalmadı; herkesin farklı bir yanıtı ve anlamı vardı. Eve dönünce fark ettim ki, hayatın bir anlamı yok. Şimdi ne nihilistim ne de idealist. Bir süre daha buradayım ve absürde sığınıyorum çünkü her şey çok saçma. Ben, tüm ciddiyetimle bu saçmalığın keyfini çıkartmaya çalışıyorum... Ve şayet varsa mutluluk diye bir şey, küçük şeylerin mutluluğunu…
Yaşlı Aytuğ’u nasıl görüyorsun?
Kel görüyorum, çünkü saçlarım dökülüyor. Bir sürü kedinin olduğu bir evde; kel, huysuz ve kesinlikle yapayalnız görüyorum.
İlişkilerdeki problemin nedir?
Bir kız arkadaşım vardı, Afrika’ya gideceğim zaman “Ne yapacaksın orada? Beni mi aldatacaksın?” diye kavga çıkartmıştı. İlişki dediğin şey tam da bu işte. Birbirinin kanını, tutkularını emen iki vampir. İlişkinin başında herkes çok cool’dur ama sonra birçoğu baskıcı ve kıskanç insanlara dönüşür. Neyse ki öyle ilişkilerim yok artık, şimdiki kız arkadaşımın, Seçil’in en büyük hayranıyım.
BAŞIMA GELEN EN ACAYİP ŞEY NURİ BİLGE CEYLAN’IN BANA BAŞROL TEKLİF ETMESİYDİ
Başına gelen en acayip şey neydi?
Nuri Bilge Ceylan başrol teklif etti.
Nasıl yani!
2016’da bir gün telefonum çaldı. “Nuri Bilge Ceylan sizinle görüşmek istiyor” dediler. Bilgi’de sinema okudum, zaten hayranı olduğum bir yönetmen ve “Tabii” dedim, “Seve seve!” Ertesi sabah verdikleri adrese gittim, kapıyı Nuri Bilge açtı. Bir süre kitaplardan konuştuk, sonra “Abi beni niye çağırdın?” dedim. “Bir film çekeceğim, başrolde 25 yaşında bir yazar var ve senin oynamanı istiyorum” dedi. “Ama ben oyuncu değilim” dedim, “Tam da bu yüzden senin oynamanı istiyorum” dedi. Kabul ettim ve hemen deneme çekimlerine başladık.
Sonra ne oldu?
Sinan adında bir karakterdi. İsteği üzerine sakalımı kestim, saçımı da daha koyu bir renge boyatmayı düşünüyordu. Diyaloglar üstüne cümle cümle tartışıyor öyle çalışıyorduk, enfes bir senaryoydu zaten. Her gidişimde büyülenmiş bir şekilde çıkıyordum oradan. Ama en nihayetinde, ben orta boylu, melankolik ve sarışın biriyken, o uzun boylu ve esmer bir komedyeni, Doğu Demirkol’u oynattı. Attığı sahne mail’lerini açıp hâlâ üzülürüm bazen.
İLK İŞ TEKLİFİMİ OKAN BAYÜLGEN’DEN ALDIM
Çok iyi hikayeymiş! Okan Bayülgen’le nasıl tanıştınız peki?
O Galata’daki Doğan Apartmanı’nda, ben de o sokaktaki en ucuz evde yaşıyordum. Geceleri yazarken sık sık sokağa çıkar volta atardım, o da sabaha karşı o saatlerde programından çıkar evine dönerdi. Zırt pırt karşılaşmaya başlayınca, “Sen kimsin?” dedi bir gün bana. Kitaplarımdan söz edince de, “Yarın canlı yayına gel, konuğum ol!” dedi.
Ertesi günkü programa konuk bulamamıştır. Haha!
Muhtemelen! Konuğu olmamdan sonra hiç kopmadık. Bir gün yine aniden gelen bir telefonla iş teklifinde bulundu. Gittim, “Kaç para istiyorsun?” dedi. Hayatımdaki ilk iş teklifiydi. “Kaç para veriyorsun ki?” dedim. “Şu kadar uyar mı?” dedi, “Uyar” dedim ve başladık.
Ben 12 yaşındayken Okan Bayülgen için deliriyordum. ‘Ağır Roman’ın bir sahnesini okulun karşısındaki otoparkta çekiyorlardı. Görür görmez okuldan kaçtım ve olduğu yere gidip “Ben sana aşığım” dedim. O da bana, “Bir kendine bak bir de bana bak! Benim gibi b*ktan bir herife nasıl âşık olabilirsin?” dedi ve kapıyı suratıma kapattı.
Sen 12 yaşındayken Okan Bayülgen’e hayrandın, şimdiki çocuklar Enes Batur’a hayran.
Bu konuda konuşmak istediğine emin misin?
Hayır! Z kuşağı lincine henüz hazır değilim.
Şimdi neler yapıyorsun?
Dizi senaryosu yazıyorum. Bunun dışında yaptığım tek şey Flu Tv’deki programımı yazmak ve çekmek. Bir de zaman zaman Oğuzhan Uğur’un çekimlerine gidiyorum, çok eğlenceli bir adam. Bence her melankolik insanın komik arkadaşları olmalı.
HAYATIMI ETKİLEYEN ÜÇ KİTAP
Hayatını etkileyen üç kitabı anlatır mısın?
* Jean-Paul Sartre’ın ‘Akıl Çağı’nı çok severim. 430 sayfa kitap, aslında sadece iki gün içinde geçen olayları anlatır ama Sartre, okuru değil sıkmak, sorduğu zor sorularla sürekli merakta ve tetikte tutar. İnsanı en iyi anlayan yazarlardan biridir.
* Louis-Ferdinand Céline, ‘Gecenin Sonuna Yolculuk’ta konuşma diliyle ne kadar güzel bir kitap yazılabileceğini göstermiştir. Sert üslubu ve provoke eden çıkışlarıyla kendinden nefret ettirse de, yazdıklarıyla dünya edebiyatını etkiledi.
*Gündüz Vassaf’tan 'Cehenneme Övgü'yü de çok severim. Onun en iyi yaptığı şey madalyonun öbür yüzüne bakabilmek. Her şeyi sorgular! Kibri sorgular, vicdanı sorgular, aşkı sorgular, nefreti ve merhamet dediğimiz şeyi sorgular. Kavramları alır ve onları ters yüz ederek, “Bir de buradan bakın” der. Benim gözümde çağdaş bir filozoftur kendisi.