Gündelik hayatın koşturmasında rahatlamak, bedenen güçlenmek ve esnemek için önerilen yöntemlerin başında artık yoga yapmak geliyor.
Doktorlar, terapist hastalarına, danışanlarına yoga, nefes ve meditasyon pratiklerini öneriyor.
Ve evet, yoga pek çok sıkıntı ve rahatsızlığa büyük ölçüde iyi geliyor.
Bilinçli bir şekilde yapıldığında elbette.
Yoksa yoga pratiği sırasında da kendimize zarar verebiliriz.
Ya da bazen yoga yapmamıza rağmen bir bakıyoruz ki, hala yorgun hissediyoruz, hala sinirliyiz, hala gerginiz.
Peki o “vaat edilen topraklara” yani yoga yapmanın yarattığı sağlıklı olma, huzurlu hissetme ve güçlenme vaatlerine ulaşabilmek için nasıl bir yoga pratiğimizin olması gerekli?
1. Fiziksel acı yoga pratiğinin bir parçası değildir.
Yoga yapmak için altın bir dönemde yaşıyoruz.
Yoga, oldukça popüler, yoga hocalık eğitimleri çok yaygın. Online dersler, eğitimler de katıldı kervana, yoga yapmak isteyene olanaklar yağıyor resmen.
Özellikle büyük şehirlerde pek çok yoga hocası var.
Hatta şu espriyi duymuşsunuzdur:
-Herkes yoga hocası olduğu için, yakında, kimse ders verecek birini bulamayacak.
Ama işte işler böyle olmuyor. Evinde kendi pratiğini yapabilen, deneyimli bir yoga hocası olsanız bile, zaman zaman bir başka hocanın size yapmanız gerekenleri söylemesine ihtiyaç duyuyorsunuz.
Siz yoga yaparken birinin kontrolü eline alması, alan tutması, sağınızda solunuzda başkalarının olması, hocanın yanınıza gelip sizi düzeltmesi insana çok iyi geliyor.
Dediğim gibi ne kadar deneyimli bir yoga hocası olursanız olun, yeri geliyor siz de yoga yaparken omuzlarınızın gerginliğini fark etmiyorsunuz; bir hocanın gelip yumuşak bir şekilde omuzunuza dokunması çok güzel bir hatırlatma oluyor.
Hayatımızdaki değişiklikleri genelde hayatımızla ilgili sorunlar yaşadığımızda yaparız.
Beslenme şeklimiz, çok kilo aldığımızda dikkatimizi çeker…
Harcamalarımızla, gelirimizin arasında uçurum, kredi kartı ekstresi elimize ulaştığında…
Hareketsiz yaşamımız belimizde fıtık olarak kendini göstermeye başladığında fark ederiz.
Ya da…
Zihinsel olarak ne kadar yorgun olduğumuz, ancak dikkatimizi okuduğumuz bir tek satıra bile veremediğimizde aklımıza dank eder.
Oysa ortalama her insan artık bedenen, zihnen ve duygusal olarak sağlıklı, huzurlu ve neşeli bir hayat sürmek için nasıl yaşaması gerektiğini gayet iyi biliyor.
Televizyondan, sosyal medyadan, uzmanlar tarafından yazılmış popüler kitaplardan bu bilgiler bize akıyor adeta…
Başlık; İ.S. 200’lü yıllarda yaşadığı bilinen Patanjali’nin, Yoga Sutraları’ndan.*
Doğal evrim/dönüşüm zaten gerçekleşmek isterken bunun gerçekleşmesinin yolunu kapatan engellerden söz eder Patanjali ve kendi yolunda akmak isteyen ama önünde engeller olan bir akarsudan örnek verir. Bu suyun önündeki engelleri kaldırmak… İşte bu, dönüşümü başlatacak “eylem” olarak işaret edilir Yogasutra’da. Durgun sudan, akarsuya dönüşümü yani başka bir türe dönüşümü sağlayan söz konusu “içe akış” ne ile ya da nasıl mümkün olur peki?
Buna aradığım yanıt her zaman Batı’dan başlayıp Doğu’ya uzanarak geldi. Başlangıç noktam Batı, çıkış noktan Doğu olduğunda adeta ana dilimde konuşuyormuşum gibi rahat hissediyorum. İç dünyama giden yolda ihtiyacım olan dil; hibrit bir şey: Psikanaliz ve meditasyon. Varılan nokta aynı. İkisinin birlikte ilerlemesi güven verici.
Başlamadan önce gözlerinizi kısa bir süre için kapatın ve nefesinizi takip edin. Değiştirmeye çalışmadan, sadece olduğu haliyle nefesinizi izleyin… Yavaşça gözlerinizi açın ve kendinizi yazının akışına bırakın.
“Bilinçdışı”, Freud’un öne sürdüğü bir teori. Tomografisi çekilmedi. Beynimiz de neredeyse uzay kadar bilinmez hala.
Gündelik zihnimiz, gündelik yaşamımızın mekanlarından biri olan oturma odamız ise bilinçdışı için hemen hemen hiç kapısı açılmayan, penceresiz, karanlık bir oda benzetmesi yapılır. Bir zamanlar, bir şekilde alınmış ve kullanılmayan, görünce insanın içini sıkan, belki de suçlu hissettiren bir takım eşyaların tıkıştırıldığı ve üzerine kilitlerin vurulduğu bir oda.
Bazen karanlık odadan oturma odamıza birileri girer. Bunlar, henüz karanlık odanın derinliklerine gitmemiş, kapı ağzında bekleyen düşünceler, duygular, anılardır. “Yeterince” derine gidenler ise pek görünmezler ama şöyle bir durum vardır; kokular, sesler ya da oturma odasında gördüğümüz bir obje/kişi üzerinden görsel çağrışımlarıyla bunlar, varlıklarını hissettirebilirler…
Karmaşa da burada başlar. Artık belli belirsiz olan duygu, düşünce ve olayları zihin başka formlara sokar. Olayların hafızadaki versiyonu ile gerçekleşmiş versiyonu farklılıklar gösterebilir. Yani gündelik zihinde deforme olan deneyimler üzerinden, duygu ve düşüncelerimiz de deforme olur. Yazar da yazarız artık üzerine koya koya…
Genelde her şeyi abartma huyumuz var.
Gözümüzde büyütme…
Her şeyi iyi ve doğru yapma takıntısı ayrıca.
Yaptığımız her şeyi doğru, mükemmel ve eksiksiz gerçekleştirme takıntımızdan vazgeçtiğimizde çok rahatlayacağız.
Zihnimizden “yapamam, edemem, beceremem” repliklerine kulak vermeyi kestiğimiz anda hele, hayat işte o zaman başlayacak bizim için.
Yoga ve meditasyon pratikleri, nefes çalışmaları bu tür “iyi yapma” takıntılarından ve zihinsel ket vurmalardan çok etkileniyor.
“Esnek değilim, yoga yapamam”,
“Zihnim çok dolu, meditasyon yapamam”,
Yogaya ilk başladığımda, hocaların sınıfta sık sık söylediği ‘bedeninle bağ kur’ cümlesini hiç anlamıyordum.
Şimdi kelime olarak “beden” ne demek elbette biliyorum, “kur” fiilini anlıyorum, “bağ” kelimesini de…Ama beden, bağ ve kurmak bir araya gelince ortaya çıkan şey niye bu kadar önemli, anlayamıyordum.
Zaten ben ve bedenim aynı değil miyiz? Bağ kurmaktan öte bedenimle bir değil miyim? Diyordum ki, “Altı üstü iki hareket yapacağız, nedir bu tantana, bu süslü laflar…”
Müthiş disiplinliydim bir de o zaman, net kuralları olan bir yoga stilinde pratik yapıyordum, her gün matın üstüne çıkıyor 90 dakika boyunca tüm gücümle pozlarla güreşçi gibi savaşıyordum. Bugün baktığımda neden o stili seçmişim hiçbir fikrim yok, durmaksızın bir mücadele halinde pozdan poza atlıyordum. Aklımda hep idealize ettiğim birtakım pozlar vardı, o pozu ‘başardığımda’ ‘yogaya’ ‘gerçekten’ adım atacağımı düşünüyordum. O pozlar yapılmadan ben yoga ailesine ait değildim sanki.
Bedenim yogada sadece bir araçtı adeta, karnımın, kollarımın, sırtımın güçlenmesi, bacaklarımın, kalçamın ve omurgamın esnemesi gerekiyordu, ki beni baş duruşuna, kargaya taşıyabilsinler, ayakta öne eğildiğimde başım bacaklarıma değebilsin.
Ama benim canım bedenim bu oyunu oynamak istemedi. Yoga yaptıktan sonra hep yorgun oldu, üst üste pratiklerden yaptıkça esneyeceğine katılaştı, bazı pozları inatla ve haldur huldur yapma çabası dizimi sakatladı, boynumda fıtıklar oluştu.
Yavaş yavaş anlamaya başladım, türlü bedensel sıkıntılar çeke çeke; işte insan bir bütün olmayabiliyormuş, insanın zihni, beklentileri, arzular, bedenin ihtiyaçlarından, sınırlarından, haz alanlarından farklı yerlere düşebiliyormuş.
İnsanın bedensel imgesi gerçek bedeninden çok farklı olabiliyormuş.
Yoga, pilates gibi fiziksel egzersizleri yaparken ya da gündelik hayat akışı içinde, zihin- beden ilişkisinde, denge biraz kaybolmuş, ipler sanki zihnin eline geçmiş; zihin karar veriyor genelde ne yapılacağına, mesela çok yorgun beden, dışarı çıkacak hali yok, ama önceden verilmiş bir söz var gidiliyor, daha fenası o işe gidilecek tabii ki her gün. Ya da çok enerjik, uyumak istemiyor, hareket istiyor ama uyunması gerek çünkü sabah erken kalkılacak, aç değil ama yemek vakti, canı abur cubur yemek istemiyor e ama hafta sonu olur mu yemeden içemeden?
Zihnin kendine has bir ajandası var (bu ajanda kendine has mı bu da ayrı bir yazı konusu) beden bu ajandayı takip ediyor.
Bu takip, yoga matı üstünde de devam ediyor bazen, bazılarımız için. Bedenimizle yaptığımız yoganın fiziksel tarafı, zihinsel bir aktiviteye dönüşüyor. Neyi ne kadar yapacağınıza bir de bakmışsınız ki zihniniz karar veriyor. ‘Bu pozu yapamazsın, o kadar esnek değilsin, güçlü değilsin, v.s.’ diyor, ya da ‘yaparsın ya, bak o nasıl yapıyor, biraz daha gayret göstersene…
“Daha fazla yoga yap”, diyor bazen zihin.
Zihin o denli kontrolü ele almış ki, hareketi doğru yapıp yapmadığını anlayabilmek için aynaya ihtiyaç duyuyor. Bir yoga pozunu ‘doğru ve estetik’ yapmak istiyor. Binlerce yılın yogası elimizde kepaze olmuş, ‘erler meydanına’ dönüyor, yoga yaparken gözler yan matlara kayıyor… Yogayla bedenimiz arasından zihnimizi çekemiyoruz bir türlü.
Peki biz yola bunun için mi çıkmıştık?
Hayatın her alanında, her anında kendini tamamen bedenin rehberliğine bırakmak nasıl bir şey hiçbir fikrim yok, bu hali tecrübe eden var mıdır? Lars Von Trier’in kült filmi ‘Idiots’ına mı döner ortalık, bilmiyorum. Ama matın üstüne çıktığımızda, zihnimizdeki beklentileri, istekleri, hırsları fark etsek ve sonrasında onlara teslim olmak yerine, kendimizi bedenimize bıraksak.
Beden zihni takip etmese de, zihin bedene eşlik etse.
Şimdi sakin ol ve elindeki o egoyu yavaşça mata bırak
Nasıl, neden?
Ego mu?
Evet elimizde.
Egoyu, yoga yaparken sakince mata bırakmak elimizde. Ve bu gerekli. Matın üzerine bırakmamız gerekenler listesinde ego bana göre en başta yer alıyor.
Korkular, önyargılar, yargılar, o gün olanlar, yarın olacaklar, planlar, kaygılar vs. kadar, asana pratiği ile ruhumuz arasında, egonun da işi yok.
Zihnimizi nefese ve bedene odaklayarak sadece ve sadece “olduğumuz halde olmak”, “olduğumuz hale odaklanmak…” Zaten asananın da kelime anlamı “duruş, oluş” demek değil mi? Pataanjali, asanayı “Sthirasukhamasanam” olarak tanımlıyor. Sthira, durgun; Sukham, rahat; Asanam, duruş… Yani hareketsiz ve rahat duruş anlamına geliyor asana (Hatha Yoga Pradipika Türkçe Çeviri ve Yorum, Bora Ercan, Önsöz’den s.10).
“Yoga pratiğini”, “Yoga performansına” çeviren/indiren şey kaslarımız, kemiklerimiz değil, benliğimiz yani egomuz.