FİLMİN NOTU: 7.7
Albert Serra’nın “Pacifiction”ı, Cannes 2022 ana yarışmasının en iyi filmi. Bunuel ile Herzog bir araya gelip Tahiti’de “On The Beach”i çekmiş izlenimi bırakıyor. Corneau’nun “Hint Noktürnü”ne kardeş olarak geliyor. Destansı ada macerası filmini delik deşik eden 165 dakikalık ‘yatıştırıcı kurgu’ hem kafa yapıyor hem de yaratıcı bir sömürgecilik eleştirisi barındırıyor.
KATALAN SİNEMASININ LUIS BUNUEL’İNİN YENİ CİNLİĞİ
Serra’nın Katalan sinemasının Luis Bunuel’i ya da David Lynch’i olarak anılması doğru olabilir. Genelde bu damardan ilerleyerek pastoral manzaralardan kendine özgü yorumlar çıkarmayı beceriyor. Çıktığı zirvelerin de benzersizlik kat sayısını arttırarak hareket ettiği bir gerçek. Bu durum da İspanyol gerçeküstücü sinemasının ihtiyaçlarını ortaya koyuyor.
“Pacifiction”, temelde epik bir ada macerası filmi. Ama bunun omurgasına ‘nükleer test’, ‘horoz dövüşü’, ‘trans kimlik’, ‘sömürgecilik’, ‘jetski’, ‘politik-gerilim’, ‘yaratıcılık dönemi’, ‘kıyamet’, ‘denizaltı’ ve daha fazlasını yerleştirirken her şeye kendine göre ayar veren bir noktaya açılıyor. Adeta ‘yatıştırıcılık’ etkisi bırakan anlarla gerçekle kurmaca damarın iç içe geçtiği bunun da bir sahne-hayat ilişkisi niyetine canlandığı bir atmosfer var.
FRANSIZ SİNEMASININ MEKANİK AĞIR TEMPO HASTALIĞINI ÇILGINCA DELİK DEŞİK EDİYOR
Bunun etrafını ise renk filtreleriyle ve çarpıcı 4K kamera kullanımlarıyla sarma gerçekleşebiliyor. Bu durum büyük oranda filmin adına da anlam katmasına sebebiyet veriyor. Tahiti gibi adalarda çekilen klasik, basmakalıp ve sıkıcı yapıtlar izledik. Genelde oraları sömüren bir egzotik turistik gezi devreye giriyor. Fransız sineması bu duruma açık bir benliğe sahip.
Serra ise zaman-mekan ilişkisine yaklaşımını burada Tahiti limanının gerçekçi görüntüsünün arkasından pembe filtreyle resmedilen Cennet Oteli’ni yerleştiriyor. Bu da sanrı üzerine sanrı gelecek bir evrenin sözünü veriyor. Temelde Fransız Hükümeti’nin özel delegesi De Roller’ın nükleer test sebebiyle aslında bir denizaltını arayışa çıkma durumu var.
HERZOG’UN OTANTİKLİĞİYLE BUNUEL’İN MEKSİKA KARİYERİNİ İÇ İÇE GEÇİRİYOR
Ama o karakter Corneau’nun egzotik yaratıcılık dönemi filmi klasiği “Hint Noktürnü”ndeki (“Nocturne Indien”, 1989) Rosignol’u fazlasıyla akla getiriyor. Temelde Nükleer Savaş döneminden hiççi bir politik-gerilim izliyoruz. Ama film zamanla başı-sonu açık bir yaratıcılık dönemi krizi filminin yaratıcı görüntülerle allak bullak olmasına kadar gidiyor. Dramatik yapı, acid bir hayalet niyetine beliren bir deniz macerasının ötesi değil.
Film zamanla aslında Herzog’un otantik yaklaşımıyla Bunuel’in Meksika zamanlarındaki (Robinson Crusoe) kariyerinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan egzotik bir gerçeküstücülüğe temas etmeye başlıyor. Bu durum “Pacifiction” adına da fazlasıyla yakışıyor aslında. Sinemada ada maceralarında “Kayıp Ruhlar Adası”ndan (“Island of Lost Souls”, 1932) “Evolution”a (2015), “Vahşi Oğlanlar”dan (“Les Garçons Sauvages”, 2017) ‘Mutiny on the Bounty’ uyarlamalarına, “King Kong”dan (1933) “Kumsal”a (“The Beach”, 2000) farklı şekillerde kullanıldığını gördük.
‘PATT GARRETT’, ‘KIYAMET’ VE ‘MULHOLLAND ÇIKMAZI’NDAN BELİRGİN ESİNTİLER
Burada onlara yeni bir ekleme yapılıyor büyük oranda. Her anında bir canlandırma-bir gerçek olay niyetine beliren gerçeküstücülük vizyon sahibi bir yatıştırıcılık getiriyor nihayetinde. Bu sayede Serra’nın egzotik Katalan vizyonuna hayran olarak filmi tamamlar şekilde her şeyi noktalıyoruz.
Yönetmenin filmin kapanışını da Magimel’in gitmesiyle yapması bir yana, “Patt Garrett & Billy the Kid”den (1973) “Mulholland Çıkmazı”na (“Mulholland Dr.”, 2001), “Kıyamet”e (“Apocalypse Now”, 1979) uzanan sahne benzeşmeleriyle de iç içe geçme sarhoşluğu yaşatıyor.
HERZOG İLE BUNUEL BİR ARAYA GELİP “ON THE BEACH”İ ÇEKMİŞ GİBİ
Temelde bir 60’lar nükleer savaş politik-gerilimi izliyoruz. Ancak bunun ötesinde nükleer bir yanılmasıyla anti-denizaltı macerasının da orta yerinde aslında Stanley Kramer’ın kıyamet filmi klasiği “On the Beach”le (“Kumsalda”, 1959) akraba bir yüzey de çıkabiliyor karşımıza. Onu Herzog-Bunuel bir araya gelip çekmiş gibi bir his yaratılıyor.
Serra’nın egzotik gerçeküstücülüğü zaman-mekan algısıyla oynarken aslında jetski ile dönebilen bir ana karakter de ortaya atıyor. Onun politik ve orta halli “Azor”ı (2021) rahatlıkla solladığı söylenebilir.
“SEKİZ BUÇUK” İLE NASIL BİR BAĞLANTI KURUYOR?
Kendi nükleer kıyamet filmini yaratırken Herzog-Bunuel kırması bir hissiyat verirken bireysel bir ritim yaratmak da Serra’nın becerisi. Eserin özellikle kendine özgü bir şekil verme üzerinden gitme arzusu bu politik bilinci anlatan ‘yatıştırıcı bir kurgu’ olarak isminden de destek alıyor.
Ama öte yandan “Sekiz Buçuk”a (“8 ½”, 1963) cevap olarak gelen bir eser de beliriyor. Yönetmenin sarhoş eden alt metinleri, benzersiz ve melez sanrı istasyonları arasında bu da mevcut! Fellini’ye cevap verirken aslında “Hint Noktürnü”ne kardeş olarak gelen bir yapıt izliyoruz.
YATIŞTIRICI KURGU NİYETİNE SÖMÜRGECİLİK ELEŞTİRİSİ
Magimel’in aslında sistem lideri karakter olarak da ikiyüzlülüklerine dair eleştiri yağmuruna tutulurken Bunuel’den Gomes’e sıçrayan, oradan oraya atlayan gizli bir absürd komedi karnına alan açtığı da bir gerçek. Bu da rüya niyetine canlanan sömürgecilik eleştirisine çok sağlam alt metinler katıyor.
Gizem filminde de ada macerasından ayrı bir kapı açma olanağı buluyor. Serra Lynch ile Katalonya’dan rekabete giriyor. Çılgın bir yapbozla seyircisini düşünmeye sevk ediyor. Carla Simon’u kolaylıkla solluyor, hatta onla sıklet farkı açma olanağı buluyor. Özellikle boş turistik gezinin ötesine dönüşmeyen ödüllü “Alcarras” ile aynı senenin içinde bunu yapmak bir vizyon göstergesi!