“50 yıllık serüvenin sonu… Tam 50 yıl önce öğrenci olarak kapısından girdiğim Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevimi genç arkadaşlarıma gönül rahatlığıyla bırakıyorum. Onlar bu bayrağı çok daha ileriye taşıyacaklar. Beyninize yüklenen bilgi ve deneyim uykularınızı kaçırıyorsa, farklı bir noktadan başlayıp devam etmek kaçınılmaz oluyor. Zamanı uygun olan dostları beklerim.” Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, sosyal medya hesaplarından bu paylaşımı yaptı dün.
PANDEMİDE ÜNLENDİ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, alanında ülkenin en önemli bilim insanlarından. Bilen biliyordu ama Türkiye onu asıl, COVID-19 pandemisiyle birlikte tanıdı. Prof. Ceyhan, o süreçte verdiği röportajlar ve katıldığı canlı yayınlarda aktardığı bilgilerle kamuoyunun aydınlanmasına ve bilinçlenmesine büyük katkı sağladı. Net üslubu zaman zaman bazılarına rahatsızlık verdi. Özellikle aşı karşıtları, başka bazı meslektaşları gibi Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ı da hedef aldı. Eleştiri sınırlarını aşıp hakaret, iftira ve karalamaya varan tezviratla karşılaştığında susmadı, geri adım atmadı. Görüşlerini, bilimsel verilere dayandırarak paylaşmaya devam etti. Pandemi gündeminde defalarca röportaj yaptığım Mehmet Hoca’yı dün, bu defa emekliliğiyle ilgili aradım.
TEK ÜZÜNTÜSÜ…
67 yaşındaki Prof. Mehmet Ceyhan, yaş haddinden emekli oluyor. Ceyhan’a bundan sonraki planlarını ve görevden ayrılırken vermek istediği mesajları sordum. İşte cevapları:
Ben görevimi bırakıyorum, mesleğimi değil. Mesleği bırakmak mümkün değil. Elbette çalışmaya devam edeceğim. Eve çekilip oturmak yapabileceğim bir şey değil. Bunca yılın bilgi ve birikimiyle, farklı pozisyonlarda bu toplum ve ülkeye katkı vermeyi sürdüreceğim.
İnsanlar COVID-19 dönemini biliyor ama ben aslında daha önceki pandemilerde de hep aktif görev aldım. Bilim kurullarında, Sağlık Bakanlığı’nın komisyonlarındaydım. Hatta ‘domuz gribi’nde sözcülük de yaptım ama onlarda sokağa çıkma yasağı ve açık oturumlar olmadığı için insanlar pek hatırlamıyor.
Kariyerim boyunca bulaşıcı hastalıklar, salgın hastalıklar ve aşılar konusunda çok emek verdim. Bizim Amerikalı hekimler gibi, bir virüs seçip sadece onunla ilgilenmek gibi bir lüksümüz yok.
Ağırlıklı olarak aşılar ve enfeksiyon kontrolüyle uğraştım. Hemen hemen her dönem bu mücadelelerin içinde bulundum.
Maalesef şunu da gördüm bu süreçlerde… Devletler, kurumlar hep “Eskisi gibi olmayacak, şunları yapacağız, tedbirleri yavaşça kaldıracağız, yapısal reformları yapacağız” dediler ama yapmadılar.
Salgının, deprem gibi, şöyle bir özelliği var. Sanki bir daha hiç gelmeyecekmiş gibi unutuluyor. Ama deprem gibi yeni salgınlar da muhakkak yine gelecek. Depremin de, salgının da sadece zamanını bilemiyoruz.
Salgınları, bitince unutmak hazırlıksızlık durumunun devamı demek. Hazırlıksızlığın devamı da, yeni bir pandemi gelse aynen son pandemide yaşadığımız sorunları yaşayacağız demek.
Salgın sürecinde, Türkiye’nin ekonomik anlamda çok büyük kayıpları oldu. Çok ciddi bir maliyet doğdu. Oysa, insanları hastanede tedavi etmekle övünmek yerine, çok daha düşük bir bütçe ayırıp insanların hastaneye gitmesinin önüne geçilebilir. Hastalık ilerlemeden yapılabilecek çok şey var ama bunu bir türlü başaramadık.
İşte buna hep üzülürüm. Bir şeyleri değiştirmek için uğraşıp da değiştirememiş olmaya… Bizde maalesef bir şeyleri değiştirmek için illâ ki politik bir yanınız, bir bağlantınız olması gerekiyor. Benim hiç olmadı.