Şirin SeverBu şiddeti yaratan cezasızlık!

HABERİ PAYLAŞ

Bu şiddeti yaratan cezasızlık!

Bağıra bağıra geliyordu... Futbol camiasındaki mafyatik açıklamalar, racon kesmeler, tüm o magandalıklar haber veriyordu zaten. Savrulan her bir tehdit kınanmadıkça, suçlular cezasız kaldıkça, herkes şiddeti kendinde hak görmeye başlayacaktı elbette. Ve bir kez daha oldu işte, bu gurur hepimizin! Futbolla çok ilgili biri değilim, doğru. Ama bu camiada yaşananların, Türkiye’nin geneline hakim olduğu gerçeğiyle bakıyorum olaya. Yıllar içinde saha içlerinde onca benzer olay yaşandı... Tarihleriyle birlikte, madde madde bütün gazetelerde, sosyal medyada sıralanıyor, merak eden girsin baksın. Kimse elini taşın altına koymadı.

Haberin Devamı

Her cezasız kalan, tepki görmeyen, dışlanmayan, ayıplanmayan, bir sonraki olaya yol açtı. Yine bir hakem tartaklandı, gözü mosmor hastaneye kaldırıldı. Velev ki maçı kötü yönetti, velev ki kusurlu; yine de hakemi yumruklayamazsın! Yumruğu atan da bir kulüp başkanı! Olacak şey mi? Maganda mısın sen? Onunla sahaya girip yere düşmüş birini tekmeleyenler peki, onlar kendisinde bu hakkı nasıl görebiliyor? Bu soruları sormayan camia da en az o magandalar kadar suçlu işte! Geçmiş olsun hakem Halil Umut Meler’e. Umalım ki bu son olsun ve camia kendine çeki düzen versin. Türk futbol tarihine bir kez daha kara leke düşüren ve şükür ki artık Ankaragücü Başkanı olmayan Faruk Koca ve onun gibilerin yaptıkları bu kez de cezasız kalırsa, çok yazık olacak gerçekten. Yetkililer “Cezası belli” diyor ama önemli olan o cezaların uygulanması!

Bu şiddeti yaratan cezasızlık

Koca, savcılıktaki savunmasında bile son derece terbiyesiz üstelik. “Yanına gidip suratına tükürecektim ama bir anda yumruk attım. Yumruk onu yere düşürecek kadar ağır değildi, 5-10 saniye ayakta kaldıktan sonra kendini yere attı” demiş. Evet o gözlerindeki şişlik ve morluğu da, şipşak makyajla yaptı! Yazık ki bu adama ‘fair play’ ödülü verilmiş ya. Sorun tam da bu; kimse suçluluk duymuyor, kimse pişman olmuyor, yaptıkları rezilliği de böbürlenerek anlatıyor. İşte bu utanmazlık bizi ayarsızlaştırıyor. O yüzden böylelerinin suratına asıl camianın tükürmesi lazım. Ki girdikleri ortamda kafalarını bir daha yukarıya kaldıramasınlar. Her şeyi geçtim, bir maganda cenneti olduğumuzu bütün dünyaya bir kez daha gösterdik ya, bu da bizi uzun bir süre idare eder herhalde!

Haberin Devamı

Bir ‘Lohusa’ ne yaşar?

Bir annenin doğumdan sonra geçirdiği 6 haftayı kapsayan döneme lohusalık dönemi deniyor. Bu süreçte annenin vücudu, hamilelikten önceki haline geri dönmeye başladığı için; kimi için ağrılı/ sancılı bazen de psikolojik etkileri olan bir dönem tabii... Peki kadınların bu dönemini en iyi kim yazabilirdi? Bugüne dek hep kadın hikayelerinden beslenen, kadınlık hallerini en komik şekilde yazan Gupse Özay elbette! Yaklaşık bir sene önce doğum yapan Özay, kendi yaşadıklarını da dahil ettiği ama pek çok lohusa anneyle konuşarak hikayesini beslediği komik bir senaryo yazdı. Bir anne ve babanın doğumdan sonra yaşadıkları ilk 40 günü ve bu süre içinde başlarına gelen komik olayları anlatan ‘Lohusa’ filmi 19 Ocak’ta vizyonda olacak. Filmin çekimlerinin bitmesi şerefine filmin oyuncularından Onur Gürçay, Hazal Türesan, Esra Ruşan, filmin yönetmeni Kıvanç Baruönü ve filmin yapımcısı Muzaffer Yıldırım’la bir araya gelip sohbet ettik. Oyuncuların eğlenceli halleri, birbirlerine takılmaları görülmeye değerdi. Belli ki şahane bir kadro, çok eğlenerek yapmış işlerini. Bu bir kadın filmi mi peki? Gupse Özay, “Kesinlikle hayır” diyor bu soruya ve ekliyor: “Çünkü o dönemde yaşanan her şeyi baba da yaşıyor. Erkekler de çekinmeden izlesin mutlaka!” Hatta kadınların filmi izledikten sonra, eşlerini alıp tekrar sinemaya gideceğine ve onlara da filmi izleteceğine inanıyor. Filmin yapımcısı NuLook Production’ın patronu Muzaffer Yıldırım ise annelerin bebekleriyle sinemaya gitmesi için çalışıyor bir taraftan. Mümkün olursa annelere ne güzel moral olur ama!

Haberin Devamı

Bu şiddeti yaratan cezasızlık

Taksim’in ikonik cafe’si yeniden

Taksim Meydanı’ndaki The Marmara Oteli’nin girişinde, uzun yıllar hizmet veren The Marmara Cafe’de anısı olmayan var mıdır? İstanbul’un en ikonik mekanlarından birinden söz ediyoruz... Yazarından sanatçısına, iş insanından üniversite öğrencisine kadar pek çok müdavimi vardı The Marmara Cafe’nin. Hatta mekanla özdeşleşen isimler de hep hatırlanır; Rutkay Aziz, Bedri Baykam, Hilmi Yavuz, Ali Poyrazoğlu, Uğur Yücel, Edip Akbayram ve Çetin Tekindor...

Bu şiddeti yaratan cezasızlık

Pek çok gazeteci de röportajlarını bu mekanda yapardı; öyle bir buluşma yeriydi. 1990 yılında açılmıştı. Garsonları siyah önlükler giyerdi ve mekan, Türkiye’yi ilk kez ılık, tavuklu ve etli salata ile tanıştırmıştı. 1996’da dekorunu yenilediği için büyük eleştiri alan kafe, 1995’te uğradığı bombalı saldırı sonrası kan kaybetmişti. Bir süre sonra da başka bir zincir kafeye kiralanmıştı. Derken... Bu ikonik mekan, yeniden otel bünyesinde ve Cafe Marmara adıyla açıldı. Şef Tolga Özkaya’nın menüsü tüm güne uygun. Taksim gibi her milletten insanın geleceği düşünülerek oluşturulan menüde; Türk, Fransız, İtalyan ve diğer mutfaklardan tabaklar yer alıyor. Geçen akşam tattım menüdeki pek çok yemeği; açıkçası çok lezzetli buldum. İnşallah bu lezzetler korunur ve pek çok hatıranın ortak noktası olan bu mekanda, eski anılara yenileri de eklenir. Taksim’in eski ruhunu kazanması için bu ikonik adreslerin tekrar hayat bulması önemli.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder