Malum kış bitmiyor, evlerden çıkılamıyor, dizi üzerine dizi izleyip oyalanmaktan başka çare kalmıyor. Dizi izledikçe de kafaya taktıklarım çoğalıyor ne yazık ki. Mesela bu ara izlediğim dizilerde şöyle bir şey fark ediyorum: Dizilerdeki aileler, çocuklarına asla ‘hayır’ demiyor, sözümona onun psikolojisini bozmamak için o ne derse onu yapıyor ve ortada anne babayı parmağında oynatan Chucky benzeri çocuklar dolaşıyor. İzlerken düşünüyorum, ‘biz ne zavallı bir nesilmişiz yahu’ diye!
En ufak itirazımızda şaplağı yerdik, azıcık raydan çıksak ayarımızı alırdık, anne babanın tek bakışıyla muma dönerdik. ‘Oynama, zırlama, yemezsen yeme’ laflarıyla büyüdük biz. Sonuçta çoğumuz, yaşananlar çok travmatik değilse, uslu terbiyeli çocuklar olduk, nedir yani? Ufak tefek hasarlar var ama kendimizi tamir etmeyi de öğrendik sonuçta. Konuya gelirsek… beIN Originals’da, ‘Erkek Severse’ diye bir romantik dizi açtım.
Alperen Duymaz ve Büşra Develi oynuyor. Tatlı bir dizi, sarıyor hemen. Büşra aldatıldığı için boşanmış, 9 yaşındaki ikiz oğullarını tek başına yetiştiren bir anne. Baba bir var bir yok, çocuklarına verdiği sözleri tutmuyor, ilgilenmiyor, tam bir hayal kırıklığı ama kadın çocuklarında travma yaratmamak için her şeyi sineye çekiyor.
Ne zaman ki bir adama aşık oluyor, baba ‘çocuklarım’ diyerek aslan kesiliyor. Her zamanki terane işte… Kadın aşık olamaz, çocukları ihmal edemez, başka adam çocuklarına yaklaşamaz zırvaları. Anne de, çocuklarına ilişkisi olduğunu söyleyemiyor çünkü ‘Anneniz başka biriyle görüşüyor’ imasında bile; anneye posta koyuyor, ayar çekiyor, evden alıp başlarını gidiyorlar, sonra polisler, jandarmalar. Anne konuşmak istiyor ama kıyamet kopuyor.
O da ‘Peki oğlum konuşmayalım’, ‘tamam oğlum haklısın’, ‘yeter ki sen üzülme oğlum’ diye diye geçiştiriyor. Bu ne böyle ya? Anne terliği yok mu şunlara fırlatacak! Çocuğun psikolojisini düşünmek bu mudur? Çocukların ‘hayır’ı da duyması gerekmiyor mu hayatta? Mutsuz annelerle yetişen çocuklar daha mı mutlu oluyor?
‘Bildiğinizı yapın, çocuk işkence çeksin’ demiyorum ama yolu bu mu? Anlayacağınız çocuk ebeveyn ilişkilerini izlerken içim şişti resmen. Böyle modellemeler yapılmasa mı acaba? Sonuçta dizideki rolü gerçek sanan insanlar söz konusu, çocukları böyle yetiştirirler falan, maazallah gel de çık içinden!
BEN ÇEKİYORUM, SEN DE ÇEKECEKSİN!
Bunları yazdım ya, ‘sana ne bizim çocuğumuzdan’ diyecekler de olacak biliyorum. Tabii ki kimin çocuğunu nasıl yetiştirdiği beni ilgilendirmez ama şımartılmış çocuklarınızı sosyal ortamlara soktuğunuz zaman biz de acısını çekiyoruz maalesef. Bakın geçtiğimiz haftalarda, İstanbul yakınlarında bir SPA ve dinlenme oteline gittim. Hafta sonuydu ve lobide çocuk koşturması ve gürültüsünden duramıyordun. ‘Neyse doğada takılırım’ deyip kaçtım ama akşam restoranda yemek bile yiyemedim koşturmaca ve gürültüden.
Restorandaki görevliye sormadan da edemedim: “Çocuksuz bölüm olması gerekmiyor mu?” diye. Adam benden dertli çıktı! “Kaç kere denedik ama insanlar çocuğunu alıp oraya oturuyor. Uyarınca da ‘kalkmıyorum’ diyor, anlatamıyoruz ki” diye anlatmaya başladı. Görgü yok ki! ‘Ben çekiyorum, sen de çekeceksin’ diyor herhalde bu modeller!
Dönüp çocuğunu uyarsan, ‘Vaay sen benim çocuğuma nasıl karışırsın’ diye anında çemkirmeye başlıyorlar. Arkadaşıyla dedikodu yapacak diye sesini sonuna kadar açtığı ipad’i çocuğun eline tutuştururken, senin rahatsızlığın umurunda bile olmuyor böylelerinin. Çünkü o bir anne, o bir baba, o da çocuğu. Hepsi kutsal! Kendilerini böyle kodluyorlar sanırım. Maalesef dokunulmazlığı olduğunu gören çocuklar da abarttıkça abartıyor, şımardıkça şımarıyor.
Sonra sosyal hayatta, azıcık görgü isteyen başkalarına dert oluyor. Özgüvenli çocuk yetiştirmek böyle bir şey değil bence. Biraz görgü, biraz nezaket öğrettiğinde, çocuğunuz ileride çok daha iyi bir birey olacaktır, emin olun.
Bu iki oyuncuya dikkat!
İlk yazıya diziyle başladım ya, devam edeyim… Sosyal medyada bazı dizi sahneleri önüme düşünce ‘vay be ne iyi oynamışlar’ diyerek dikkatimi çeken iki kişi var. Performansları ile beni diziye başlatan bu iki oyuncuyu buraya not düşüp, haklarını teslim etmek istedim.
- ‘Üç Kuruş’ dizisinde Uraz Kaygılaroğlu, bir Roman rolünde. Mezarlıkta ağlayarak babasını anlatma sahnesini sosyal medyada görünce, diziyi izlemeye başladım. Şivesiyle, yürüyüşüyle, saçıyla başıyla öyle iyi oynuyor ki, tam oyunculuk şovu. Bravo.
- ‘Mahkum’ dizisine de yeni sardım. Hakkını teslim etmek lazım. Müthiş bir polisiye, kedi fare oyunu gibi işliyorlar senaryoyu. Ve İsmail Hacıoğlu muazzam oynuyor. Hem kendini, hem ikizini! Duygusal sahneler kadar mavra yaptığı sahneler de var, ki o zaman psikopata dönüşüp resmen döktürüyor.
MİMOZA SATIN ALMAYIN!
Geçtiğimiz akşam, bir yemekteydim... Şık sofrayı süslemek için de minik mimoza demetleri kullanmışlardı. O mimozaları görünce, kısa süre önce okuduğum yazı geldi aklıma. “Bahar aylarında İstanbul’un bütün çiçekçilerini mimoza doldurur ama siz sakın almayın” diyen bir yazıydı bu. Mimoza almayın çünkü bu çiçekler kaybolma tehlikesi altında!! Hatta bazı sivil inisiyatifler, Adalar’daki mimozalara sahip çıkmak için etkinlikler yapıyor, turlar düzenleyip farkındalık yaratmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz haftalarda, Adalar’da bir Mimoza Festivali bile düzenlendi. 5-6 Mart tarihlerindeki ‘Mimofest’ sürekli olacak. Kış sonu açan ve sapsarı rengi ve kokusuyla mest eden mimozanın Adalar’a gelme hikayesi de ilginç… Rivayetlere göre; ana vatanı Güneydoğu Avustralya olan mimoza, 1800’lerde bir İngiliz tarafından Adalar’a getirilmiş. İki yüzyıldan fazla zamanda da yörenin toprağıyla kaynaşıp endemik bitki haline gelmiş. Yani yöreye özgü bir bitki türü olmuş. Ancak bu özel çiçekler resmen katliama uğruyor.
El ayak çekildiği saatlerde baltalar ve elektrikli testerelerle özel bahçelerden ve ormanlardan kesilerek, çöp torbaları içinde şehre kaçırılıyor. Dolasıyla adaya özgü bu nadide tür yok olma tahlikesiyle karşı karşıya. Geçtiğimiz akşam yemeği organize edenlere bunları söyledim, buradan da duyurmak istedim: Mimozaları satın almayın ve koruyun lütfen!