Hatırlarsınız belki, yıllar önce Elif Şafak’ın pembe kapaklı ‘Aşk’ kitabı çıktığında ufak çapta bir polemik başlamıştı. Erkekler kitabın kapağı pembe diye tribe girmiş, ‘erkek adam pembe kapaklı kitap mı okur?’ diye kitabı ellerine almayı bile reddetmişti. Sonra ne oldu? Bu ‘erkeklik’ algısını kırmak öyle kolay mı? Kitabın gri kapaklı baskıları çıktı elbette! Dün POSTA’da ‘Barbie Ailesi’ başlıklı şahane haberi görünce bu olayı hatırladım işte.
Gaziantep’te yaşayan iki kız babası Mustafa Ertay’ın evindeki tüm eşyalar pembe. Eşi ve çocukları çok sevdiği için evini pembe eşyalarla donatmış. Otomobili bile pembe. Üstelik kendisini ‘kılıbık’ diye tanımlamaktan hiç çekinmiyor. O kadar hoşuma gitti ki; ‘işte bu saçma erkeklik algıları böyle kırılacak’ dedim. Karısını, kızını mutlu ettiğinde, o çok kıymetli erkeklik halinden hiçbir şey kaybolmayıp aksine artacağını böyle adamlar gösterecek.
Pembe de seven bu adamlar dünyayı güzelleştirecek. (Pembeden kastımı anladınız!) “Kızlarıma nasıl bir damat istiyorsam, eşime de öyle bir koca olmak istiyorum” demiş Mustafa Ertay. Budur! Sevmek, tam da böyle bir şey değil midir? Mustafa Bey siz kılıbık falan değilsiniz. Eşine, çocuklarına, evine saygı duyan, adam gibi bir adamsınız. Umarım herkese acilen örnek olursunuz.
Kafamda deli sorular
Art Basel Miami’deki duvara bantlanmış ve 120 bin dolara satılan muz, sanat camiasını karıştırdı malum... Maurizio Cattelan sıradışı eseriyle sanat dünyasına neyi tartıştırmak istedi bilemiyorum ama o muzu duvardan alıp yiyen bir başka sanatçı, ABD’li David Datuna olayı iyice köpürttü. Benim aklıma şu takıldı: Melih Gökçek’in zamanında yaptığı ‘böyle sanatın içine tükürürüm’ çıkışının sanatsal versiyonu mudur o muzu yemek? İşte kafamda böyle deli sorular var.
Vizyonda ne var?
Bu film sizi koltuğa yapıştıracak
Gerilim filmi sevenler burda mı? O zaman size güzel bir haberim var: Psikolojik gerilimin en iyi örneklerinden biri yarın sinemalarda olacak! ‘Güzelliğin Portresi’, Türk sinemasında bugüne kadar es geçilmiş psikolojik gerilim türünde, müthiş bir film.
Zira gerilimi dozunda, adrenalini kıvamında, oyunculuk performansları da olağanüstü. Burçin Terzioğlu, Birkan Sokullu ve Melisa Şenolsun’dan oluşan kadro öyle iyi ki, emin olun ayakta alkışlayacaksınız. Yönetmen Umur Turagay’ı da bu performanslar nedeniyle tebrik etmek gerek, gerçekten oyuncuları çok iyi yönetmiş. Şu kadarını söyleyeyim; gerilim/korku filmleri izlemem, korkarım.
Ama bu filmin sonunu görmeden çıkamadım basın gösteriminden… ‘Dur bakayım sonu nereye varacak’ diye gerile gerile bekledim. En önemlisi de bu; ters köşeleri bol. Seyircinin merak duygusunu zirvede tutmayı başarmışlar. Yıllarca babasıyla görüşmeyen genç bir kadının, babası öldükten sonra kocası ve kızıyla eve dönmesi, evde yaşanan gizemli olaylar, babasıyla arasındaki sırların gün yüzüne yavaş yavaş çıkışı ve bir dolu sürpriz psikolojinizi alt üst edecek. Net söylüyorum; bu film sizi koltuğa yapıştıracak.
Pandeli modası geçmez
Mısır Çarşısı’na girer girmez hemen solunuzdaki dik merdivenlerden çıkın, Pandeli’ye adım atacaksınız. İstanbul’un sayısı azalmış tarihi restoranlarından biridir. Bilen bilir; hikayesi vardır, ruhu vardır. Atatürk da dahil çok ünlü şahsiyetler bu mekanın ziyaretçisi olmuştur. Hemen hatırlatayım….
Sahibi İstanbullu bir Rum olan Pandeli Çobanoğlu’dur. 6-7 Eylül olayları sebebi ile dükkanını kapatmış, devlet büyüklerinin desteğiyle Mısır Çarşısı’ndaki bu lokantada yerini almış. Bugün üçüncü kuşak tarafından işletiliyor. Birkaç yıl önce turist sayısındaki azalma nedeniyle kepenk indirme noktasına gelmişti.
Ama ne oldu? Topaz’ın da sahibi olan Yücel Özalp; 117 yıllık bu tarihe sahip çıktı; yitip gitmesine izin vermedi. Kendisini tebrik ederim. Pandeli’yi işte bu yaşananların ardından geçenlerde ilk kez gittim... Türk mutfağının en güzel tatlarını, müthiş lezzetlerini hiç bozmadan sunuyorlar. Ve tabii yine turistlerin uğrak mekanı. Demem o ki; uğrayın, o tarihi havayı koklayın ve müthiş lezzetleri mutlaka tadın; bu zevki sadece turistlere bırakmayın.