Alya Albora, ölen eşinin vasiyetini yerine getirmek için cenazesi ve beş yaşındaki oğluyla, Kanada’dan Mardin’deki Albora topraklarına gelir. Ancak bu gelişin bir dönüşü ve Albora’dan çıkışı yoktur.
Çocuğu ‘Albora Ailesi’nin geleceğidir, gitmesine izin verilmez. Alya dönmek istiyorsa; ya çocuğunu bırakıp dönecek ya da (dul bir kadın olarak konakta kalamayacağı için) kocasının kardeşi Cihan’la evlenecektir. Alya da, Cihan da buna direnir ancak ölen kocanın vasiyeti de bu yöndedir. Kanada’da yetişmiş, eğitimli ve modern doktor Alya, her yolu denese de aileyi ikna edemez. Anneliği önceliklidir, oğlu için evlenmeye razı olur. Sonrası malum... İlk başta nefret ettiği Cihan’a karşı duyguları değişir ve istese de gidemez.
* * *
İlk başta konu ne kadar klasik, ne kadar sıradan değil mi? Oysa neyi nasıl anlattığın o kadar büyük fark yaratıyor ki, diziyi izlerken bunu bir kez daha anladım. Evet Türkiye’nin yarısı gibi ben de ‘Uzak Şehir’ izliyorum. Bir aşiret dizisi ve ben! Olacak şey değildi ama fanı oldum dizinin. Neden mi? Birincisi; başrollerde Ozan Akbaba ve Sinem Ünsal oynuyor. Ozan Akbaba’yı ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ dizisinden beri takip ediyorum. Oyunculuk enerjisi çok başka, tek kelimeyle keyif veriyor. Sinem Ünsal’ı da bir dizide yan roldeyken izlemişliğim var, o kadar. Bu kadar güzel ve yetenekli olduğunu hiç bilmiyordum. “Bu kız bu kadar zamandır nasıl abartılmamış?” deyip duruyorum izledikçe. Sadede gelirsem; iki başrol oyuncusu birbirine çok yakışıyor. Bir dizide iki başrol, uyumlu değilse; o iş izlenmiyor. Seyir keyfi yaratmıyor. Ama bu ikili müthiş. İkincisi; sıradan bir aşiret dizisi değil bu! Ozan Akbaba’nın bir röportajında dediği gibi; “Hikayeyi ‘ölen abisinin kardeşiyle evlenen aşiret reisi’ diye anlatırsan herkese itici gelir.” Tam tersine, bu dizide töreye direnen insanların hikayesi var. Kendisine dayatılan şeylere karşı çıkan, çocuğunu her şeyin önüne koyan güçlü bir anneyle, çocuklarını bile bile mutsuzluğa mahkum eden başka bir annenin savaşı, anneliğin sorgulanması var.. Kendi hayatından vazgeçip kendini ailesine adayan insanların hikayesi var... Kaderinden kaçamayan, ailesini seçemeyen insanlar ve her bir sahnesinden ders alabileceğin bir hikaye var. En önemlisi de, gerçek hayatta rastlanmayacak kadar güzel bir aşk hikayesi var. O kadar naif, o kadar güzel anlatılıyor ki bu aşk; birbirine dokunmadan, sadece bakışlarla ve vücut diliyle bunu gösterebilmek gerçekten yetenek ister...
Cihan ve Alya aşkı başlasın artık!
Dediğim gibi öyle bir aşk hikayesi ki ‘Uzak Şehir’deki... Hem Alya ve Cihan birbirine baktığında alevler, ateşler çıkıyor, hem de dibine kadar masum ve naifler. Yaşamamaları gereken bir sevginin altında eziliyorlar, kıvranıyorlar çünkü. Böyle anlatınca, ağlak/dram dolu bir aşiret dizisi sanılıyor ama değil! Dizinin öyle tatlı mizahı var ki, anlatılmaz izlenir ancak. Oradaki o duygusal yoğunluğu dengelemek adına, seyirciyi baymamak adına, öyle güzel diyaloglar ekliyorlar ki, öyle matraklıklar yapıyorlar ki, hikaye daha da derinleşiyor. Seyirci bu aşkın her anından öyle keyif alıyor ki, her bölüm sonrası sosyal medya yorumlarla coşuyor. “Artık aşk başlasın” diyen seyirci iyice sabırsızlaşıyor. Açıkçası ben böyle sevilen bir dizi çifti daha görmedim! Bu anlamda senaryoyu yazan Gülizar Irmak’ı da, inceliklerle dolu kalemi için tebrik etmek lazım. Müthiş bir iş çıkarıyor. Duyar kasmak yok, ucuz romantizm yok, teşhircilik yok. Her şeyden önce bu dizide aptal kadın yok! Hepsi akıllı, ayakları yere sağlam basan kadınlar. Tam tersine koca ağayı kendine asker eden, peşinde koşturan bir kadın karakter seyirciyi mest ediyor. Her bölüm reytinglerde birinci oluyor, rekor kırıyor. Fragmanı bile 4 milyondan fazla izleniyor, şaka gibi değil mi? Özetle; iyi oyunculuk, iyi hikaye, uyum ve samimiyet varsa, o iş oluyor. Cast ekibine de büyük tebrikler... Dizinin yan karakterleri de birbirinden iyi. Cihan Ağa’nın kardeşleri, sağ kolları, hepsi çok iyi. Hele annesi Sadakat yok mu? Bak, Gonca Cilasun’un oynadığı karakterden nefret edersin ama dizi tarihinin en kötü annesi seçersin, o kadar iyi! Müthiş bir ekip başarısıdır bu; tebrik ediyorum ve her pazartesiyi iple çekiyorum.
Belli, Müren’i takıntı yapmış!
Özdemir Erdoğan duruyor duruyor Zeki Müren’i diline doluyor. Sosyal medya hastalığı bu bence! Gündeme gelmek, konuşulmak, unutulmamak istiyor belli ki. Ya da obsesif-kompulsif bozukluk. Yani takıntılı! Başka açıklaması yok. Herkes kınıyor, ayıplıyor ama o susmuyor. “Zeki Müren, Türkiye’deki aile hayatını bozmak için kullanılmıştır, LGBT akımının yayılmasına öncülük yapmış, bu ülkeye atılmış bir atom bombasıdır” diyor ya... Ben de merak ediyorum; o mu yoksa siz mi daha bombasınız Özdemir Bey? Çıplak pozlarla albüm yayınlayan siz değil miydiniz yahu? 1990 yılında ‘Düşünceli Şarkılar’ isimli albümünüzün kapak resmi için çırılçıplak poz vermediniz mi? Acaba bizim gözlerimiz buna hazır mıydı, bize hiç sordunuz mu? Keşke güzel şarkılarınızla hafızamızda kalsaydınız, yazık etmeseydiniz kendinize ve isminize.