Amasya Valiliği, Cumhuriyet Başsavcılığı ve Amasya Üniversitesi işbirliğiyle uyuşturucu suçlarından cezalarını tamamlayıp denetimli serbestliğe tabi olan hükümlülere yönelik ‘Bağımsızlık Türkünü Söyle Projesi’ başlatıldı. Amasya’da 1308’de inşa edilen, günümüzde müze olarak kullanılan Bimarhane’de psikiyatri hastalarının terapilerinde kullanılan müzik ve su sesi yöntemi bu projeye ilham oldu. Projeyle; hükümlülerin, terapi yöntemiyle bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak yenilenerek bağımlılıktan kurtulmaları sağlanacak. Müzikal becerileri desteklenerek kendilerini ifade etme yetenekleri ve özgüvenleri arttırılacak. Ayrıca, boş zamanlarını verimli değerlendirmelerine ve sosyalleşmelerine de yardımcı olunacak.
KAYSERİ’DE ‘ERVA’ İLE GENÇLİĞE YATIRIM
Kayseri Valisi Gökmen Çiçek’in öncülüğünde başlatılan ‘Erdemlerimizle Varız (ERVA)’ projesi çığ gibi büyüdü. Gençleri kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak, aile veya çevresi ile yaşadıkları sorunların üstesinden gelmelerine yardımcı olmak, sosyalleşmelerini sağlamak amacıyla hayata geçirilen proje kapsamında 18 spor kulübü açıldı, 19’uncusu da Kayseri Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği’nce yaptırıldı. KESOB Başkanı Şeyhi Odakır, yarınlarına katkı sağladığı gençlere şu çağrıyı yaptı: “Hayat rutininize sporu ekleyerek kendinize yatırım yapın.”
MAHALLENİN EKOLOJİK BOSTANI OLDU
İstanbul Beşiktaş’ta bir sokaktaki boş alan Konaklar Mahallesi ekolojik grubunun çabalarıyla nefes alınacak bir bahçeye dönüştürüldü. Oğuz Kemal Başar’ın fikri ortaya atıp her şeyiyle ilgilendiği projeye Beşiktaş Belediyesi de katkıda bulundu. Konaklar Bostanı adı verilen ekolojik alanda, mahalle sakinleri kendi diktikleri ürünleri hasat edebilecek, çocuklar toprak ve tohumla tanıştırılacak. Bu alanda yer alan kompost kutularında evlerden çıkan atıklar değerlendirilip toprak elde edilecek. Kış aylarında bile ürün yetiştirebilecek mini seranın bulunduğu alan, diğer mahallelere örnek olacak.
MANİSALI ARICILARA KOVAN DESTEĞİ
FİLMİN NOTU: 6
“She Said”, 30 Eylül-16 Ekim arasında düzenlenen 60. New York Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. Maria Schrader, dönemin ruhunu çok iyi yakalayan Yeni Alman Sineması etkili feminist bir gazetecilik filmine imza atmış. ‘Biyografik #metoo gerilimi’ niyetine izlenen Weinstein belgesi, ucu açık finaliyle böyle olayların sonu gelmediğine vurgu yapıyor. “Spotlight”ı ikiye katlıyor.
MARIA SCHRADER WEINSTEIN OLAYINA MESAFELİ BİR OLGUNLUK KATMIŞ
2017 Ekim’inde Megan Twohey ve Jodi Kantor, The New York Times’da Harvey Weinstein’in cinsel taciz olaylarıyla ilgili bir haber hazırlamıştı. Bu gazetecilik başarısı ses getirip #metoo hareketinin başlaması için ilk olaylardan birine dönüşmüştü. 2019’da ise ‘She Said: How Two Reporters Broke The Story That Changed The Rules About Sex & Power’ adlı kitap çıktı. Burada bu araştırmanın görsel karşılığını izliyoruz.
1965’li Maria Schrader’ın 1998’de Dani Levy’yle beraber çektiği casusluk gerilimi “Zürafa” (“Meschugge”), 2016’da yaptığı 2010’ların en iyi biyografik filmlerinden “Stefan Zweig”, 2020’deki Seidl’ın görüntü yönetmeniyle çalıştığı Netflix ürünü ‘Unorthodox’ dizisi derken sürekli bir kalite sözü verdiğini itiraf edebiliriz. Sadece “Tam Sana Göreyim”de (“I’m Your Man”, 2021) Kemal Sunal’ın “Japon İşi” (1987) kıvamı B-tipi bir romantik-bilimkurguya açılmıştı.
UCU AÇIK BİTEREK HOLLYWOOD’DA TACİZLERİN SÜRDÜĞÜNE DİKKAT ÇEKİYOR
1 Aralık’ta Disney+’ın lansmanı vardı. Bir yıl içerisinde görücüye çıkacak yerli dizi ve filmlerin fragmanları görücüye çıktı. Meryem Uzerli’den Ata Demirer’e, Gülse Birsel’den Aras Bulut’a, Songül Öden’den Mehmet Günsur’a uzanan kadrolarla bir iddia ortaya kondu. 2023’te ‘Atatürk’ konuşulacak, ‘Numen’ ve ‘Aktris’ ise en iyi yerli diziler arasına girecek gözüküyor.
YERLİ FİLMLERE AĞIRLIK VERİLMEMİŞ
Dünya çapında 164 milyon kullanıcıyla ulaşan Disney+’ın orijinal içerikleri yavaş yavaş devreye girmeye başladı. ‘Kaçış’, ‘Dünyayla Benim Aramda’ ve ‘Ben Gri’nin ardından yeni yılda iddialı projeler çok yakında izlenebilecek. Emin Alper (Arayış), Soner Caner (Aktris), Özer Feyzioğlu (Numen), Mehmet Ada Öztekin (Atatürk), Uluç Bayraktar (El Turco), Bahadır Karataş’ın (Ru) dizileri yavaş yavaş devreye girecek.
Bunun ötesinde “Kral Şakir: Geri Dönüşüm”e eklenen “Recep İvedik 7”, “Yılbaşı Gecesi” ile “Bursa Bülbülü” fragmanları ve “Özür Dilerim”den İbrahim Büyükak-Oğuzhan Koç ikilisinin setten özel çekim görüntüsü paylaşıldı. Bunlar arasında özellikle Ozan Açıktan’ın Gülse Birsel’in kaleminden Büşra Pekin’den Alican Yücesoy’a, Ayta Sözeri’den Kubilay Tuncer’e dev bir oyuncu kadrosunu barındıran filminin ilk görüntüleri eğlenceliydi. Film, ülkemizdeki kaliteli yılbaşı komedisi eksikliğini dolduracak gibi gözüküyor.
ROMANTİK BİLİMKURGU ‘NUMEN’ YILA DAMGA VURABİLİR
Dizilerden ise biyografik filmlerde pek tutturamayan Özer Feyzioğlu’nun romantik bilimkurgu dizisi heyecan verici görüntülere sahip. “Code 46”, “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”, “The Discovery” gibi filmlerden esintiler barındırıyor. Türkiye’de aşk ve teknolojiyi bir araya getirirken bunu beceren bir çalışma çok az görüyoruz.
Toronto Film Festivali 2022’de açtığı Gece Yarısı Çılgınlığı Bölümü’nden Seyirci Ödülü’yle dönen “Weird: The Al Yankovich Story”’i analiz ettim. Film festivalin en iyi Amerikan filmiydi. Eric Appel çılgın, plastik, saykodelik ve enerjik bir sahte rocker biyografik parodisine imza atmış. Radcliffe’in kariyerinin performans zirvesini sunan film, 4 Kasım’da Roku’da başladı.
FİLMİN NOTU: 7.2
‘WALK HARD’A KARDEŞ OLARAK GELİYOR
Rocker biyografilerine bakınca aslında farklı modeller var. Bir damardan ‘modern rock müzikali’, bir damardan ‘saf biyografi’ devreye girebiliyor. “The Doors”da (1991) Olivier Stone düzgün bir işe imza atmıştı. 2007’de “Im Not There” epizodik anlatıyla bir başyapıtla uğurlamıştı bizi. Ken Russell’in “Tommy”si (1975) ise “Rocketman”i (2019) etkileyebiliyor.
Al Yankovich bir rock müzisyeni. Ama burada kendi de ortaklık yaptığı bir senaryodan yola çıkıyor. Hala yaşıyor ve 63 yaşında. İlk uzun metrajlı filminde parlayan Eric Appel, Judd Apatow kumaşı taşıyan bir isim. “Walk Hard: The Dewey Cox Story”de (2007) rock tarihinde dolaşan taşlama niyetine bir Jake Kasdan becerisi canlanmıştı. Yönetmenin en iyi filminde John C. Reilly de dikkat çekmişti. Burada onla kardeşlik ilişkisi kuran bir yapı kuruluyor.
Venedik 2022’in ve ana yarışmasının en iyi ikinci filmi “Tar”, Huillet-Straub ikilisinin 1968 tarihli başyapıtı “The Chronicle of Anna Magdalena Bach”ın kuir ve modern orkestra şefi biyografisi ardılı niyetine geliyor. Yeni Alman Sineması geleneğini orkestra seanslarını estetize ederek sinematografi-başrol oyuncusu uyumuyla şaha kaldırıyor.
FİLMİN NOTU: 7.1
KARİZMATİK BİR MODERN MÜZİK İNSAN İNSANI FİLMİ
2013’te Berlin Filarmoni Orkestrası’nın ilk kadın şefi olma unvanını eline geçiren Lydia Tar, aslında geçmişinde Rodgers-Hammerstein, Andrew Lloyd Webber gibileriyle çalışmış bir isim olarak anılıyor. Filmin girişinde onun cep telefonundan Whatsapp mesajlarıyla taze ve yabancılaştırıcı bir modern bakışa adapte olacağımızı öğreniyoruz.
Bunu takiben ise büyüleyici bir montaj sekansla onun sahnedeki röportajına giriyoruz. İşin tuhafı bu bölümü gözetleyen kişinin de müzik insanının kendisi olması. Bu sayede aslında 2.35:1’de Florian Hoffmeister’ın gözünden akan mesafeli karelerin üst üste gelmesine odaklanıyoruz. Bu sayede albümlerin peşi sıra yerleştirilmesinin üzerine bir ses tonuyla beraber ‘karizma’ katıldığına kanaat getiriyoruz.
ORKESTRA SEANSLARININ YIKICI ESTETİĞİ
3-11 Kasım 2022 arasında 33. kez düzenlenen Ankara Film Festivali’nin kazananı “Kurak Günler” oldu. Bu sayede yıl boyu gördüğümüz kendi kendini oyalama geleneği sürdü: ‘Ve kazanan taşra bunalım sineması’. Ama neyse ki sinemanın bir sanat dalı olduğu hatırlandı.
FURYANIN HASTALIĞA DÖNÜŞME PROBLEMİ
Nuri Bilge Ceylan sonrası ülke sinemasında ciddi bir taşra bunalım geleneği hakim. O furyayı uygulayanlar ise yüzüne gözüne bulaştırınca tatsız tuzsuz dışavurumlarla karşılaşıyoruz. 2022 yılı da öyle geçti. “Kurak Günler”, “Karanlık Gece”, “Kar ve Ayı” ve “Klondike” bu konuda aktif hale geliyorlar. “Kabahat” ve “Suna” da bu damara eklenebilir.
Üstelik bu filmlerden üçünün uluslararası festivalleri görme durumu da bu diyarların oryantalist algılanmasıyla ilintili. Ne yapılırsa yapılsın ‘kabız taşra bunalım hastalığı’ ile yüzleşmek gayet beklenir bir durum haline geliyor. “Klondike”, Ukrayna coğrafyasında siyasi bir söylem belirlemesine karşın Maryana Er Gorbach yetkin rejisine karşın bir noktadan sonra bu topraklardaki ‘bilinçaltı’ sebebiyle o noktaya evriliyor.
VASATIN ALTINDA BİR YARIŞ
Bu sebeple de linç meselesinin ‘kuir polisiye’ veya ‘heteroseksüel araştırma’ üzerinden anlatılmasının bir farkı yok. “Kar ve Ayı” da özünde 70’lerdeki kimi Yeşilçam filmlerini andırıyor. Ama “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011) kopyasının kopyasına dönüşmeye kayıyorlar ister istemez. Üstelik acemi bir ilk uzun denemesinin içerisinde.
21 Aralık’ta Akademi 15’lik kısa listeyi açıklayacak. Oscar’da 2023’ün Uluslararası Film yarışında “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” önde gidiyor. Bizimkilerden ise “Klondike”ın kısa listesi garanti, ilk beşi dağıtımcıya bağlı. “Kerr” ise gördüğüm 60 film arasında en iyi ikinci ama ilk 30’da bile değil. Bu kategorideki olasılıklı listeye ve kişisel sıralamama yazının altından ulaşabilirsiniz.
KLONDIKE’IN İLK 15’İ GARANTİ, KERR İLK 30’A GİREMEZ
Uluslararası Film Oscar’ı için “Mustang” (2015) ile “Sivas” (2014) senesine benzer bir yıl yaşıyoruz. Fransa’nın yarışa soktuğu birincisi ilk 5’te ikinci sıradaydı. Bizim kurulumuz 2021’in en iyi yerli filmi “Kerr”i göndermiş olabilir. Ancak Ukrayna’nın aday adayı “Klondike”, “Mustang” kadar beğeni topladı. Hem Sundance hem Berlin yapıp, ikisinden de ödüllerle döndü. Türk ve TRT ortak yapımı olarak Ukrayna’nın Rusya sınırında 2014’de yaşanan bir uçak kazasının ‘hamile bir kadın’a yaşattığı trajik olayları egzotik ve oryantalist bir yapıyla ele alıyor. Metoo dönemine de yakışıyor.
Bu durum karşısında Maryana Er Gorbach, Sundance 2022’in bu kategorideki en önde çıkan filmi olması önemli. “Kerr” ise genel toplamın en iyi ikincisi ama hiç Akademi’lik değil. “Klondike”ın Rusya-Ukrayna çekişmesinin göbeğinde feminist ve politik bir haykırış olarak da bir büyüsü var. Güncel politik olaylar üzerinden 15’lik kısa liste yapacaktır. Sadece henüz ABD dağıtımcısına satılmaması problem.
Bizim Oscar kurulumuz “Kurak Günler”i gönderseydi belki 20-30 arası bir sıralamadan söz edebilirdik. Ama tercih ‘en iyi’yi işaret ediyor, ‘en mantıklı’yı değil. Bu sebeple de “Klondike”ı Ukrayna’nın kapması “Mustang” gibi bir olaya sebebiyet verecek. Elbette Sundance çıkışı genelde bu kategoride ilk 15’i ilk 5’den daha garanti hale getiriyor. Ama film değerli bir ivmeye sahip.
‘ROMA’DAN SONRA BU YIL ‘BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK’U ZAFERE
17-28 Mayıs 2022 tarihleri arasında düzenlenen Cannes Film Festivali, tarihinin en zayıf ana yarışma seçkilerinden birine sahipti. “Pacifiction” diğerlerini sollayıp zirveye yerleşirken zorlanmadı. Turistik gezi ve kimliksizlik sendromu yaşandı. “Triangle of Sadness”, “Tchaikovsky’s Wife”, “R.M.N.”, “Nostalgia” ve “Close” ise belli bir seviyedeydi.
ADALARA TURİSTİK DEĞİL SİNEMASAL YOLCULUK!
Cannes ana yarışma seçkisi farklı coğrafyalara ışınlanma kurallıydı. Kimlik bunalımı, göçmenlik ve cinsel kimlik konularını merkezine aldı. Ancak orantısız ‘pastoral görüntü’ ve ‘sosyal gerçekçilik’ mağduru toplam için sadece “Pacifiction” (2022) net olarak geriye kalacak. Albert Serra’nın denizaltı hayaletlerini araştıran anti-destansı siyasi macera-gerilimi, Herzog-Bunuel arası yatıştırıcı bir yaratıcılık barındırıyor. O ikisinin Tahiti’de “On The Beach”i (1959) çekmesi hissiyatı veriyor.
Özellikle Corneau’nun yaratıcılık dönemi krizi filmi başyapıtı “Hint Noktürnü”ne (“Nocturne Indienne”, 1989) kardeş olarak geliyor. Benzersiz bir dil ve ada temsili olarak da dikkat çekici bir vizyonla çıkageliyor aslında. Saykodelik tavır katmanlar arası bir gizemle benzersiz. Görüp görebileceğimiz en özgün ada maceralarından biri, anti-kahraman yolculuğu eşliğinde geliyor. Aynı zamanda da bu türün eskimesine karşı çıkarak ‘vizyon’uyla hayran bırakıyor, şaşkına çeviriyor. Çılgın bir Katalan, sıkıcı Fransız sanat sinemasını delik deşik etti hissiyle izleniyor.
Östlund’un “Hüzün Üçgeni” (“Triangle of Sadness”) ise ciddi anlamda sınıfsal bir çalkalanma üzerine kurulu. Denizde alabora ettiği burjuvaziye sınıfsal olarak yeniden konumlanmasını öneren bir kapitalizm ve tüketim toplumu eleştirisi. Bunuel renkli döneminde Titanic-Zoolander-Cast Away kırması bir Marx Kardeşler filmi çekmiş gibi dedirtiyor. Manken dünyasında başlayıp ikiyüzlülüğü merkezine alıyor. Ada macerasını de deforme etme, ‘teknolojik’ bir eyleme sürükleme olanağı bulunuyor. Bu sayede turistikten ziyade sinemasal yolculuk iki eserde de deneyimleniyor.
İskandinav sinemacının vizyonu bir diyalog komedisi sersemleticiliği içeriyor. Ama Bunuel etkisi açısından Serra’nın yapıbozucu diyarlarının ‘gerçeküstücü ve gizemli Katalan bakışı’ kadar iddialı bir şey canlanmıyor. Ama yine de gemi yolculuğunu da, manken hikayelerini de kendine özgü yorumlamasıyla ufuk açıcı anlarla tamamlanıyor.