Ayşegül Kocabıçak'ın kaleme aldığı Run Gülüzar Run, Hep Kitap tarafından yayına hazırlandı ve oyucusuyla buluştu. Gülüzar’ın hikâyesini okuyan her kadın kendinden bir parça bulacak kitapta. Küçük bir kızın günlüğünü okuyacaksınız ama aynı zamanda bir dönemin sosyo-kültürel ortamını da göreceksiniz.
Dokuz yaşındayken tutmaya başladığı günlüklerle giriyoruz onun dünyasına. Yıllar içinde yakılan, yırtılan, yok edilen günlüklerden saklayabildiği kadarıyla paylaşıyor iç dünyasını, muhafazakâr ailesini, mahallesini, yüreğindeki ilk kıpırtıları, büyüme sancılarını… Ve alabildiğine sorguluyor her şeyi o muzip diliyle, hiç sakınmadan.
Ayşegül Kocabıçak ile ince detaylarla ve başarılı gözlemleriyle işlediği Gülüzar'ın hikâyesini ve Türkiye'de kadın olmayı konuştuk. Buyrun sohbete:
*Gülüzar ile tanışmanız nasıl oldu, yani bir önsöz var ama bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Turgut Uyar’ın Çocuklarıyız günlerdir masamın üzerinde… Kitabın adını her okuduğumda kitaptan bağımsız içim bir titriyor. Kitabın isim babası Behçet Çelik imiş. Derviş Aydın Akkoç “İsmi duyar duymaz bağrıma bastım” diyor. Sanırım ben de kitabın kapağını gördüğüm anda kitabı yayına hazırlayan Akkoç kadar bağrıma bastım bu ismi.
Okuru Turgut Uyar’ın çocuklarıyla geçmişe götürüyor Akkor. Ancak bunu yaparken mahreme girme konusundaki tedirginliğini okurla samimi bir şekilde paylaşıyor. Uyar’ın -yaşasaydı eğer- böyle bir çalışmaya karşı çıkacağını ifade ediyor. Yapılan söyleşilerde çocukların da aynı tedirginliği yaşadığı görülüyor. Örneğin Uyar’ın küçük oğlu Turgut Uyar şöyle diyor: “Annem (Tomris Uyar) ve babamın mektupları vardı. Annem yıllarca tutmuş. Ellerim titreye titreye yırttım attım hepsini. İkisinin de vasiyeti bu yöndeydi.”
Akkoç bu yola hangi amaçla çıktığını şöyle ifade ediyor: “Metinlerin dünyayla, daha da önemlisi tarihle olan ilişkilerini kesen bu ayrıştırıcı yaklaşım, edebiyat eleştirisi kapsamında ne kadar kapsayıcı olsa da, Cemal Süreya’nın meşhur sözü hala geçerliliğini koruyor: “Şairin hayatı şiire dahildir.” Bu söz uyarınca çetrefil bir soru çıkıyor ortaya: Uyar’ın hayatı şiirine nasıl ve hangi şekillerde dahil olmuştur? Çalışmayı yapmaktaki başlıca maksadım işte bu soruya ucundan kıyısından cevaplar aramaktı.”
Oyuncu Emir Çubukçu'nun ilk öykü kitabı Günün O Belirsiz Vaktinde, Can yayınları aracılığıyla okurla buluştu. Toplumsal meselelere arkasını dönmeyen genç isim, sahnede olduğu gibi edebiyatta da başarılı olacağının ilk sinyallerini bu kitapla verdi.
Genç oyuncu ve öykücü ile ilk kitabına ve edebiyata dair söyleştik:
* Yeni ve ilk öykü kitabıyla edebiyat dünyasına adım attı! Nereden çıktı bu öyküler?
Nermin Yıldırım; yeni kitabı Dokunmadan ile okuyucucusuyla yeniden buluştu. Bilmediğimiz bir coğrafyada aslında bilindik bir hikâyeyi anlatıyor Yıldırım romanında. Aracısı 29 yaşındaki Adalet. Ölmek üzere olduğunu öğrendiğinde kendiyle de yüzleşiyor aslında. 29'una kadar görmeden, dokunmadan yaşamayı tercih etmiş bir kadın bunun ağırlığına daha fazla dayanamıyor ve kendiyle beraber bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuyu.
Adalet en yakın arkadaşı Hülya ve hiç tanımadığı Sadi Seber Kayal ile çıktığı yolculukta, okuyucuyu sıkmadan, cümlelerin arasına itinayla yerleştirilmiş toplumsal meselelere değiniyor.
Nermin Yıldırım ile yeni kitabı üzerine az az konuştuk:
*Bilinmeyen bir coğrafyada Adalet. Suçluluk duygusuna aşina, yalnız bir kadın. Bahsettiği coğrafyada da tarihi hafızasının nasıl silindiğini anlatıyor. Yurtdışına yaşayıp zaman zaman Türkiye'ye dönüyorsunuz! Bizim coğrafyamızda da sizce böyle mi?
Hüseyin Kıran uzun bir süre sonra Dağ Yolunda Karanlık Birikiyor ile yeniden okuyucuyla buluştu.
Efendilerinden aldığını emirleri yerine getiren ceza memuru Yakup'un hikayesi var bu kitapta. Ancak yalnızca Yakup'un değil, elinde gücü bulunduranların kim olursa olsun güç olma arzusu var aynı zamanda.
Hüseyin Kıran diğer kitaplarında yaptığı gibi dil ve kurgusuyla edebiyatımızda aykırı olmayı sürdürüyor. Yakup üzerinden anlatılan hikayede okuyucu çok katmanlı, hem normlara uygun hem de ayrıksı bir dil işçiliğiyle karşılaşıyor. Yazar Kıran ile konuştuğumuzda kendisine yerleşik dil dışında yeniden yarattığı bu dili tercihinin sebebini soruyorum. Kıran bu tarzına dair şunları ifade ediyor:
“Elbette edebiyat yazarının dille temelli bir ilişkisi var; ve dilin gövdesi olarak da yazıyla. kısaca söyleyeyim; insan sosyal bir varlık, yaşaması ilişkilerle ve başka insanlarla birlikte mümkün bir varlık ve ilişkilenme biçimlerinin en önemlilerinden birisi de dil. Dil, insan varlığının en kuvvetli bileşenlerinden. Dolayısıyla kullandığı dil, insanın ne'liği üzerinde bir fikir edinmemizi sağlar diye düşünürüm; kalıplarla işleyen, insanların ortaklaşa kullandığı akarlar içinde süren dil, elbette birbirine benzeyen tekdüze insanların ya da ayrıksı insanların tekdüze yaşantılarının dili olabilir. Edebiyatsa, yazarından daha karmaşık ihtiyaçları karşılamak üzerine düşünülmüş çalışılmış bir dil talep ediyor. Öyle bir dil ki, yeni bir dili artık mümkün kılsın ve nihayetinde dil insansa ve onun temel elemanlarından biriyse, kendi özgün varlığını işleme sokarak insanı değiştirsin. Her yeni dilsel biçim, bize yeniden ve bilmediğimiz bir tarzda insan olmanın imkanlarını sunar; bunu kendi varlığımızı kuragiderken aklımızda tutmalıyız kanımca.”
İsmail Saymaz'ın İletişim Yayınları'ndan çıkan "FITRAT /İş Kazası Değil, Cinayet" kitabı birbirinden etkileyici ve unutulmaması gereken iş kazalarına yer veriyor. Saymaz, yaptığı haberlerin peşini bırakmıyor ve yaşanan kazaların temeline gidiyor. Hiçe sayılan işçi hayatının patron-yargı-devlet ekseni ve neoliberal politikalar üzerinden anlatıyor.
Saymaz daha önceki kitaplarında yaptığı gibi bu kitabında da titiz bir çalışma yaparak çoğumuzun hatırlamadığı çoğumuzun ise takibini çoktan bıraktığı pek çok 'iş kazası'nın neden iş kazası, fıtrat veyahut kader olmadığını anlatıyor.
Bursalı Nejla’nın kömüre dönmüş cesedinden parıldayan bir altın kolyeden “Benim oğlum yüzme bilmezdi ya suyun içinde ne yaptı” diye soran Ayşe teyzeye uzanan acı bir döngü, bir avuç inançlı insanla yürütülen koskocaman bir mücadele anlatılıyor bu kitapta.
Neoliberal politikalarla içi boşaltılan sistemin işçilerin yaşamına mal olduğunu, işçinin güvencesiz çalışmaya mahkum edilerek ölüme itildiğini enerji, tersane, tekstil, inşaat ve maden alanlarında örneklerle anlatan Saymaz, POSTA KİTAP için sorularımızı yanıtladı:
Tomris Uyar’ın Bütün Yazıları Yapı Kredi Yayınları Delta dizisinde Ahmet Cemal’in önsözüyle yayımlandı.
Daha önce Bütün Öyküleri bu dizide yayımlanan Tomris Uyar’ın bu defa günlük, anı, deneme, eleştiri, söyleşi gibi alanlarda yaptığı çalışmalar bir kitapta toplandı.
Zaman zaman aklıma düşüyor Uyar, özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlar ve bazı popüler dergilerde yer alış biçimiyle. Özellikle bu paylaşımlarla beraber -zaten zaman zaman konuşulan- "Tomris Uyar İkinci Yeni'nin gelini" yaftası yayıldıkça yayılıyor. Durup durup kızmamak mümkün değil. Çünkü Tomris Uyar İkinci Yeni'nin âşık olunan kadını olmanın ötesinde edebiyatın önemli isimlerinden biri.
Kitaba isminin hikâyesiyle başlıyor Nejat İşler. Sonra kendi deyimiyle "kahramanları uydurma gerçek hikâyelerini" paylaşıyor okuyucuyla...
İşler'in kitabı bir nevi otobiyografi. Ancak bildiğimiz otobiyografilere de pek benzemiyor. Çocukluğundan itibaren pek çok hikâyeye ve pek çok insana yer veriyor. Bunu yaparken gözlemlerinin naifliğine takılıp kalıyorsunuz. Nakış işler gibi dikkatlice örüyor her hikâyeyi.
Çocukluğunu anlattığı hikâyelerde sadece Nejat İşler'in çocukluğunu da okumuyor üstelik okuyucu, aynı zamanda tarihsel bir dönemi ve o dönemin ruhunu da hissediyor. Örneğin İşler ramazanı şu hislerle karşılıyor; bu birçoğumuzun da ortak anılarına isabet ediyor: "Ramazan geldi. İftar sofrası şahane. Güzel annem bir yandan, rekabet hissiyle babaannem bir yandan, sofra uçuyor. Hedefim iftar değil, sahur. Çünkü sabaha karşı TRT’de yayınlanan Muhammed Ali maçları kadar seviyorum sahurları."
İLK AŞK İLK ŞİİR
Böyle böyle gençlik yıllarına geliyor İşler. Küçük mahallesinden çıkıp bambaşka bir dünyayla tanışıyor. Daha güzeli ilk aşkını paylaşıyor okuyucuyla. Ona özel şiirler yazıyor. Kitabın en güzel kısımlarından biri belki de bu. İşler, sanki öğle rakısına oturmuşuz da dertleşiyormuşuz gibi anlatıyor bize hislerini: "Dünyanın dönüşü için kısa, benim için 75 yılda bir dünyanın yakınından geçen Halley kuyrukluyıldızını beklemek kadar uzun bir süre sessiz kalındı. Hâlâ boynuma sarılıp beni öpücüklere boğmamıştı. Gözlerimi yavaşça açıp cehenneme ilk adımımı attım. ‘Senden bir şey istemiyorum, artık biliyorsun işte...’ dedim. Bana sarıldı, defterimi geri verdi ve unutamadığım cümleyi söyledi: ‘Gurur duydum Nejat, arkadaş kalalım n’olur...’ Ve kalktı ve uzaklaştı..."
İŞLER'İN YAN MESLEĞİ
İşler kitabında çocukluğunu, gençliğini, orta yaşları ve şimdiyi çok iyi harmanlayarak aktarmış okuyucuya. Bunu yaparken de belli ki bir iddiası yokmuş. Çünkü Nejat İşler yazarlığı zaten bir yan meslek olarak gördüğünü şu sözlerle aktarıyor: "Allaha şükür, sıtkı sadakatle uğraştığım bir mesleğim var. Yazarlık benim için yan bir uğraş. Çok da uzak değil ama. Okumaya da, yazmaya da beş yaşımda başladım. Yazdığım ve sahnelenen üç oyunum var. Senaryolarım var sırada..."