Serap Torun

20 Ekim 2021, Çarşamba 12:37

Basit hareketlerle meme kontrolü yapmak hayat kurtaracak kadar önemli

PEKİ KENDİ KONTROLÜMÜZÜ NASIL YAPABİLİRİZ?

MEMEDER Kurucusu ve Onursal Başkanı Prof. Dr. Vahit Özmen, “Meme sağlığı konusunda bilinçlenme adına kendi kendini düzenli kontrol ve yılda bir kez doktor kontrolü oldukça önemli. Basit hareketlerle kendini kontrol etmek, hayat kurtaracak kadar önemli hale gelebiliyor. Her kadının, 20 yaşından başlayarak her ay, ömür boyu devam edecek şekilde kendi kontrollerini yapması gerekiyor” diyor. Meme Sağlığı Farkındalık Ayı kapsamında düzenli kontrollerin öneminin altını çizen Özmen’e, kendi kontrolümüzü nasıl yapacağımızı sorduk.

Kendi kendine meme muayenesi ne zaman başlamalı ve ne sıklıkla yapılmalı?

Kendi kendine meme muayenesinin 20 yaşından sonra yaşam boyu yapılması gerekiyor. Bu yaştan itibaren her kadının aylık düzenli olarak memesini kontrol etmesi, erken tanı için yaşamsal önem taşıyor. Meme muayenesi yapmak için en ideal zaman olarak, pre-menopozal kadınlar için adet döneminin bitiminden 4-5 gün sonraki dönemi gösterebiliriz. Menopozdaki kadınlar, muayenelerini ayın herhangi bir gününde yapabilirler. Kadınlar bize geldiklerinde biz kendi kendimize meme muayenesini yapabilir miyiz? Veya herhengi bir değişikliği farkedebilir miyiz sorularini soruyorlar. Cevabimiz kesinlikle evettir. Bunu her kadın başarabilir.

Kendi kendine meme muayenesi gözle ve elle muayene olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Nasıl yapılması gerektiğini detaylı bir şekilde sizden öğrenebilir miyiz?

Kendi kendine kontrol; ayna karşısında ayakta, yatarken ve duşta yapılabilir. Belirttiğiniz gibi muayenenin gözle inceleme ve elle muayene olmak üzere iki bölümü bulunuyor. Gözle incelemenin, ayna karşısında yapılması gerekiyor. Bu sırada memelerin simetrisi, rengi, meme başları, koltuk altları ve meme altı bölgeler muayene ediliyor.

Her iki kolunuz serbestçe yanlarda, omuzlar dik olacak şekilde ayna karşısına geçin. Önden ve her iki yana dönerek memelerin büyüklüğüne, simetrisine, derinin rengine, şekline, meme başlarına, meme altı bölgelere, koltuk altlarına bakın; iki meme aynı büyüklükte olmayabilir. Bu normal bir bulgudur. Aynı gözlemi kollarınızı yukarı kaldırdıktan sonra veya her iki kolunuz başınızın arkasındayken tekrarlayın. Bu sırada memeler, meme başları ve koltuk altı bölgelerine bakın. Koltuk altlarında kabarıklık olup olmadığına dikkat edin. Ellerinizi belinize, leğen kemiklerinin üzerine kuvvetle bastırın. Omuzlarınızı hafifçe çıkararak öne doğru eğilin. Önden ve her iki yandan memelerinize bakın. Deride ve meme başlarında çekinti, çökme olup olmadığına dikkat edin.

24 Mayıs 2021, Pazartesi 17:31

Çip alanında yaşanan sorunlar ne zaman düzelir?

Son günlerde sıkça duyduğumuz çip tefariğindeki sıkıntı ilk olarak ABD ve Çin arasındaki teknoloji gerilimi ile ortaya çıkmıştı ve ne yazık ki üzerine yaşanan küresel salgın ile hız kazandı. Çiplerle ilgili yaşanan bu daralma pek çok sektörü etkisi altına aldı hatta tüketici elektroniği alanına da yayıldı.

Sorun aslında teknolojinin hızla ilerlemesi ve salgın sürecinde hızla dijitalleşmemizle başlayan süreçte çiplere olan ihtiyacımızın giderek artmasıyla ilgili. Bir Teams veya Zoom toplantısında onlara ihtiyacımız var. Ayrıca elektronik cihazlar, arabalar, bulut sistemler, beyaz eşya, cep telefonları ve daha pek çok elektronik cihaz için çiplere gereksinim duyuyoruz. Talebin bu denli artması doğal olarak arz ve talep dengesizliğini de birlikte getirdi.

Çip tedariğinde yaşanan bu sorun otomotiv gibi yarı iletkenleri kullanan tüm diğer ürünlerin de üretimini olumsuz etkiledi. Bazı otomotiv markaları üretimi azalttıklarını açıkladı. Üretimin azalması önümüzdeki günlerde fiyatların yükselmesi anlamına gelecektir.

Çip krizi ne ilk ne de son

Daha önce otomotiv sektörü için çip üreten Renesas Electronics’in Japonya’da gerçekleşen depremden etkilenmesi sonucu da aynı sorunların yaşandığına dikkat çeken bazı analistler ise çiplerdeki bu daralmanın ne ilk ne de son olacağını iddia ediyor.

Tüm bunlara rağmen son yıllarda oldukça fazla şirket birleşmesine tanık olduk. Pek çok teknoloji devi çip üretimi için farklı yatırımlar yaptı. Gerek ABD gerekse Çin aralarındaki teknoloji yarışında çip tedariğinin önemini bir defa daha anlamış olacaklar ki yeni yatırımların yanı sıra çip üreticileri için farklı teşvik paketleri açıkladı. Tabii oyuncular sadece Çin ve ABD değil Avrupa Birliği, Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi ülkeler de bu durumu fırsata çevirmek için çalışıyor. Şu an Çin’de yaklaşık 20 ila 30 bin civarı yonga tasarım şirketi bulunduğu düşünülüyor. Ancak bu şirketlerin teknolojilerinin çoğu ABD ve Avrupa şirketlerinden alınan lisanslara dayanıyor. Analistlerin görüşü ise tüm bu girişimlerin en erken gelecek yılın ilk çeyreğinden itibaren piyasalara olumlu yansayabileceği yönünde.

ABD Ticaret Bakanı, yaşanan yarı iletken sorunu için otomobil üreticilerine yardım etmenin yollarının aradığını ancak sektörün Biden yönetimine baskı yapıyor olmasının onlara öncelik sağlamayacağını belirtti.

Öte yandan ABD’nin Tayvan’a aşı yardımı yapması söz konusu. Bu da çip üretiminin büyük bölümünü elinde bulunduran ülkenin üretime tekrar hız vermesi anlamına geliyor.

08 Nisan 2021, Perşembe 17:11

İnme (felç) nedir, önlenebilir mi?

Yeni araştırma, daha yüksek miktarda kaliteli sebze temelli yiyecekler yemenin inme (felç) riskini az da olsa düşürebileceğini ileri sürüyor.

Neurology dergisinde yayınlanan bu çalışmada 209.508 kadın ve erkeğin sağlık verileri 25 yıl analiz edilmiş. Takip edilen denekler her 2 ila 4 yılda bir beslenme anketlerini yanıtlamışlar. Araştırmacılar, sağlıklı sebze temelli beslenmenin yaygın inme türü olan iskemik inme riskinde bir miktar azalmaya sebep olabileceğini ancak hemorajik inme riskinin azalması ile beslenme arasında bir ilişki bulamadıklarını belirtiyorlar.

Konu hakkındaki bilimsel gerçekleri merak ettiğimden inme (felç) hakkındaki sorularımı Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Yasemin Gürsoy Özdemir’e yönelttim ve şu yanıtları aldım.

İnme (felç) nedir, çeşitleri nelerdir?

İnme, beyin damarlarının tıkanması veya yırtılarak kanaması sonucu ortaya çıkan nörolojik fonksiyon kaybıdır. Biz tıp dilinde, damar tıkanmasına “iskemik inme”, kanamaya ise “hemorajik inme” diyoruz. Her iki durumun sıklığı ortalama yaşla artmakta ve 60 yaşından sonra daha fazla görülmekte, 80 yaşından sonra ise toplumda sıklığı daha da artmaktadır. Her ikisi için de en önemli risk faktörü, hipertansiyondur. Bunun dışında, diyabet, obezite, sigara kullanımı en sık görülen ve değiştirilebilecek risk faktörleridir. Ayrıca kalp hastalıkları da önemli bir risk faktörüdür.

İnme sebepleri nelerdir?

Biraz önce de bahsettiğimiz gibi, her iki inme çeşidi içinde hipertansiyon, en önemli risk faktörüdür. Nedeni ise, hipertansiyon ve diğer risk faktörlerinin yıllar içerisinde damar yüzeyini ve etrafını zedelemesi ve burada pıhtı oluşup tıkanması veya yırtılarak kanamasıdır. Bunlara ek olarak, kalp hastalıklarına bağlı beyin damarlarına pıhtı atması da önemli bir nedendir.

Yaşam ve beslenme şeklinin inme ile ilgisi var mıdır, önleyici olarak neler yapılabilir?

30 Mart 2021, Salı 15:38

Dijitali şirket içi iletişimde de etkili kullanıyorlar

Sürdürülebililik her alanda olduğu gibi iletişim alanında da son derece değerli. Bu konuda farklı projeler hayata geçiren ve “İç iletişim stratejimizin temelinde çalışanlarımızın yaşamlarına dokunan uygulamaları hayata geçirmek önemli bir rol oynuyor. Dijitaldeki gücümüzü şirket içi iletişim çalışmalarında da etkili kullanıyoruz” diyen GSK Türkiye İletişim ve Hasta İlişkileri Lideri Selcen Çöktü ile yeni normal dönemde iç iletişim stratejilerini konuştuk.

İç iletişim stratejisinden bahsedebilir misiniz? İç iletişim planı hazırlarken hangi öncelikleri dikkate alıyorsunuz?

Sağlık sektörü çok önemli ve özel bir sektör. Toplum sağlığına fayda sunmak bir gurur kaynağı olduğu gibi büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Bu sorumluluğun bilinciyle hayatın ‘her anında iyilik, sağlık’ için çalışmaya ‘Ben Varım’ diyen çalışanlarımıza yönelik oluşturduğumuz kültürü beslemek her koşulda önceliğimiz. Şirket stratejimizin önemli bir parçası olan modern ve çalışan dostu uygulamalarımızı hayata geçirirken, çalışanlarımızın kendilerini oldukları gibi ifade edebildikleri bir kültür yaratmaya, işlerini yaparken kendilerini iyi hissetmelerine ve yarına hazır olabilmelerine odaklanıyoruz. Bunu da İnsan Kaynakları Ekibi ile birlikte şirketin yol haritasına ilişkin çalışanlarımızın geri bildirimlerini alarak ve yenilikleri birlikte hayata geçirerek gerçekleştiriyoruz. İç İletişim Ekibi olarak en önemli önceliğimiz bilgi akışının çift yönlü olmasını ve devamlılığını sağlamak. Bununla birlikte çalışan bağlılığını destekleyecek iç iletişim aktiviteleri hayata geçirmek ve tüm çalışanlarımızı ortak amaç duygusunda buluşturmak işimizin merkezine koyduğumuz temel önceliklerimiz. Bu alanlarda başarılı ve yenilikçi projeler yaratmak için var gücümüzle çalışıyoruz.

Şirket olarak gerçekleştirdiğiniz pek çok uygulama ile global çapta önemli organizasyonlar tarafından ödüllendiriliyorsunuz. Bu çalışmalarda iletişim biriminin rolü nedir?

İç iletişim stratejimizin temelinde çalışanlarımızın yaşamlarına dokunan uygulamaları hayata geçirmek önemli bir rol oynuyor. Bu yolculukta İnsan Kaynakları Ekibi ile çok yakın çalışıyoruz ve her yıl bir önceki yılın üzerine koyabileceğimiz proje fırsatlarını birlikte değerlendiriyoruz. Hayata geçirdiğimiz tüm iç iletişim aktiviteleri, şirketimizin insan kaynakları stratejisi ile uyumlu olacak şekilde, iletişim kanallarını en güçlü şekilde kullanmayı hedefleyen ve çalışanları ortak amaç duygusunda birleştirmeye odaklanan bir stratejiyle planlanmaktadır.

Bununla birlikte, İç İletişim Ekibimizin önemli bir sorumluluk alanı olan kurumsal sosyal sorumluluk, kültürümüzün en önemli temel taşlarından biridir. GSK olarak sosyal sorumluluğu içeriden doğan ve dışarı yayılan bir hareket olarak tanımlıyoruz. Vizyonumuzla örtüşen, içinde bulunduğumuz toplumla bağ kuran ve sürdürülebilir sosyal sorumluluk projelerini de geniş bir gönüllü çalışan katılımıyla hayata geçiriyoruz. Çalışanların kendilerinden bir şeyler katabildiği sosyal sorumluluk projelerinin sürdürülebilir olduğuna ve başarıya ulaştığına inanıyoruz.

Uzun yıllardır devam etmekte olan tüm bu çalışan dostu modern işveren stratejimizin sevindirici bir sonucu olarak da dört yıl üst üste Great Place To Work Enstitüsü’nün En İyi İşverenler Listesi’nde yer aldık. Bu yıl bu ödüllere bir yenisini ekleyerek uluslararası Top Employers Institute’un, bulunduğumuz bölge içerisinde ‘En İyi İşveren (Top Employer)’ ödülüne lâyık görüldük.

02 Mart 2021, Salı 10:17

Okullar yeniden açılırken çocukların beslenmesine ve psikolojisine dikkat!

Yüz yüze eğitim sürecinde çocuklar nasıl beslenmeli?

Bağışıklık sisteminin sağlıklı olması için doğru beslenilmesi gerektiğine dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Ayşe Sena Binöz, “Covid-19 salgını nedeniyle evde kalınan sürede hamur işleri, şekerli ve paketli gıda yenmesi, bağışıklık sistemini destekleyen vitamin ve minerallerin yetersiz alımına yol açar. Ayrıca bu süreçte porsiyonların büyümesi ve daha az hareket edilmesi fazla kilo veya obeziteye neden olabilir. Evlerde geçirilen süreç çocuğunuzun farklı beslenme alışkanlıkları kazanmasına neden olduysa, yüz yüze eğitim dönemini avantaja çevrilebilirsiniz. Çocukların doğru beslenmesi hem bağışıklık sistemlerinin desteklenmesi hem de gelecek yıllarda karşılaşabilecekleri sağlık sorunlarının önlenmesi açısından oldukça önemlidir” dedi.

Dyt. Ayşe Sena Binöz yüz yüze eğitimde çocuklar nasıl beslenmeli sorusunu ise şöyle yanıtladı; “Çocuklar, bağışıklık sistemlerinin desteklenebilmesi ve vücutlarının ihtiyacı olan enerjinin karşılanabilmesi için okul sabahına mutlaka kahvaltı yaparak başlamalıdır. Her gün kahvaltıda yiyecekleri 1 yumurta, içeriğindeki demir ve A vitamini ile bağışıklık sistemlerinin desteklenmesine yardımcı olur. Yanına eklenen C vitamini (yeşillikler, biber, portakal, kivi vb.) ise yumurtadaki demirin vücut tarafından emilimine destek olur. Aynı zamanda bu öğünde peynir, süt, tam tahıllı ekmekler, mevsim sebzeleri ve kavrulmamış (tuzsuz) kuruyemişler de yer almalıdır. Kahvaltı öğünün atlanması aç kalınan süre zarfında vücut direncinin düşmesine neden olabilir.”

Öğünlerinin içeriklerinin demir ve çinko içeren et, tavuk, balık, yumurta gibi proteinlerden oluşması gerektiğine değinen Dyt. Ayşe Sena Binöz ayrıca “Lif ve B grubu vitamin içeriği yüksek tam tahıl ürünler ve kuru baklagiller, antioksidan içeriği yüksek meyve ve sebzeler, omega-3 ve omega-6 kaynağı olan ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumlar da öğünlerde yer almalı. Beslenme çantalarında paketli gıdalar, kek, şekerleme, hamur işleri gibi içeriğinde lif (posa) bulunmayan basit karbonhidratların yeri yoktur. Bunların yerine tam tahıllı sandviç ekmeğinin içinde peynir çeşitleri, domates, salatalık veya yeşil/kırmızı biber dilimleri ile farklı tatlar oluşturulabilir. İçecek olarak, ayran veya kefir, kutu süt kullanılabilir. Beslenme çantasında yer alabilecek diğer besinlerden bazıları mevsim meyveleri (mandalina, portakal, elma, ayva, kivi, muz vb.), yağlı tohumlar (fındık, fıstık, ceviz vb.), kuru meyveler (kuru kayısı, kuru incir, kuru erik vb.) gibi sağlıklı gıdalardır. Hazır meyve suları, gazlı içecekler, şeker içeren yiyecek ve içeceklerin tüketimi mümkün olduğunca azaltılmalıdır. Ayrıca gün içerisinde çocukların susamayı beklemeden su içmeleri teşvik edilmeli, gerekirse yanlarında su mataraları bulundurulmalıdır.”

İlk günler uyum sorunları yaşanabilir!

Uzman Psikolog Sena Sivri ise yüz yüze eğitimin psikolojik olarak çocuklarda yaratacağı etkiye dikkat çekerek aileleri uyardı, “Yüz yüze eğitim sürecinin tekrar başlayacak olması hem ebeveynler hem de uzun süredir fiziksel okul ortamından uzak kalan çocuklar için birçok açıdan önem taşımakta ve soru işaretleri barındırmakta. Ev ortamının rahatlığında kimi zaman ufak esnemelerle okula alışan çocukların gelişimi için fiziksel okul ortamına dönmek, arkadaşları ve öğretmenleriyle yüz yüze iletişime geçmek çok önemli. Fakat, ebeveynler de bir yandan devam eden Covid 19 salgını yüzünden endişeli. Bu endişe onları çocuklarıyla ilgili aşırı kaygılı ve ekstra abartılı önlemler almaya itebilir, bundan kaçınmak lazım. Yaş gruplarına göre yapılacak uygun açıklamalarla çocuğa, sağlığını nasıl koruyacağı anlatılmalı, abartılı kısıtlamalardan kaçınılmalı. Uzun süredir alışık oldukları düzen değişeceğinden uyum sorunları, ders çalışma, okula gitmeyle ilgili ilk başta sorun yaratabilecekleri göz önünde bulundurulmalı. Bu gibi durumlarda anlayışlı dinleyici olunmalı. Çocukların yetişkinlerden daha güçlü adaptasyon yetenekleri olduğu unutulmamalı. En önemlisi de tüm bu süreçle ilgili ebeveynlerin kendi kaygılarının farkında olup, onları yönetebilmeleri. Unutmamak lazım ki anne baba ne kadar kaygılı olursa çocukta yeni şartlara adapte olmakta o kadar zorlanacak ve sorun yaşayacaktır.”

09 Şubat 2021, Salı 09:29

7-14 Şubat “Doğuştan Kalp Hastalıkları Farkındalık Haftası”

7-14 Şubat tarihleri “Doğuştan Kalp Hastalıkları Farkındalık Haftası” olarak değerlendirilmektedir. Bu tarihler arasında toplumun doğuştan kalp hastalıklarının nasıl önlenebileceği, erken teşhisin önemi ve bu hastaların yaşam zorlukları konusunda farkındalıklarının artırılması hedeflenir. Türkiye’de her yıl yaklaşık 12 bin bebek doğuştan kalp hastalığı ile dünyaya gelmektedir. Doğuştan Kalp Hastalıkları Farkındalık Haftası kapsamında sorularımı, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Kardiyoloji Prof. Dr. Serdar Kula yanıtladı.

Bebeğin daha anne karnındayken kalbinde ortaya çıkan, kalbin gelişimindeki aksaklıklara doğuştan kalp hastalıkları denir. Doğuştan kalp hastalıkları tüm dünyada yaklaşık bin canlı doğumun dokuzunda görülmektedir. Tüm dünyada her yıl yaklaşık 1,35 milyon doğuştan kalp hastalıklı bebek doğmakta ve bunların yaklaşık %90’ı yeterli tanı ve bakım olanaklarına ulaşamayacakları yerlerde yaşamaktadırlar.

Çoğu hastada nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte doğuştan kalp hastalıkları düşük ekonomik seviyeli toplumlarda yüksek doğum oranı nedeniyle ciddi bir sorun haline gelmektedir.

Doğuştan kalp hastalığı için genetik nedenler, akraba evlilikleri, hamilelik döneminde kullanılan bazı ilaçlar ve hamilelik döneminde geçirilen bazı hastalıklar en sık görülen nedenler olsa da çoğu doğuştan kalp hastalığının oluş nedeni bilinmemektedir. Ailenizde doğuştan kalp hastalığı olan biri ya da doğuştan kalp hastalıklı bir çocuğunuz varsa yeni doğacak bebeğinizde de doğuştan kalp hastalığı olma olasılığı yüksektir. İşte bu yüzden erken tanı çok büyük bir önem taşır.

Doğuştan kalp hastalığının en önemli ve en erken teşhisi anne karnında yapılan detaylı ultrasonografik inceleme ve fetal ekokardiyografidir. Bu sayede özellikle yaşamsal tehlikeye sahip doğuştan kalp hastalıkları erkenden teşhis edilerek doğum sonrası erken müdahale ve tedavi olanağı sağlanır.

Hamilelik döneminde saptanamayan doğuştan kalp hastalıkları için doğum sonrası bazı bulgular yol gösterici olabilir. Muayenelerde üfürüm duyulması, bebeğin dudaklarının ve cildinin mor olması, kilo alamama bunlar arasında en önemlileridir. Eğer ailede doğuştan kalp hastalığı varsa ya da doğuştan kalp hastalığı olan başka kardeş varsa doğan bebek mutlaka bir çocuk kalp doktoruna kontrol ettirilmelidir.

Günümüzde doğumsal anomaliler ve bunların yaklaşık yarısını oluşturan doğuştan kalp hastalıkları yeni doğan ölümlerinde dördüncü sıradadır. Tüm dünyada genel olarak çocuk ölümü oranları yarı yarıya azaltılmışken, doğuştan kalp hastalıklarına bağlı ölüm ve sakatlıklar düşük ve orta gelirli ülkelerde geçtiğimiz 20 yıl süresince artmaya devam etmiştir.

Doğuştan kalp hastalıkları erken tanı ve tedavi ile büyük oranda tedavi edilebilmektedir. Bu tedaviler arasında kateter anjiografi, kalp ameliyatı ve kalp ya da akciğer nakilleri bulunmaktadır. Teşhis ne kadar erken konulursa tedavi o kadar başarılıdır.

30 Aralık 2020, Çarşamba 13:32

Spinal tümörler ağrı, güç kaybı veya histe azalma belirtileri gösterebiliyor

Spinal tümörlerin, omurga, omurilik ve bu yapılarla ilişkili dokulardan oluşan tümörler olduğunu belirten Prof. Dr. Selçuk Peker “Tümör, yer aldığı boyun, sırt, bel ve kuyruk sokumu gibi tüm bölgeler boyunca görülebiliyor. İyi ya da kötü huylu olabilen bu tümörlerin görülme oranları 2-10/100.000 arasında değişebiliyor. Hastalar genellikle ağrı, güç kaybı veya histe azalma gibi şikayetler ile doktora başvuruyor.” bilgisini verdi.

Prof. Dr. Yasemin Bölükbaşı ise “Yapılacak inceleme, o bölgeye ait MR (Manyetik Rezonans) görüntüleme olup, başka bir noktadan sıçrama olduğu düşünülüyorsa, PET-CT (Pozitron Emülsiyon Tomografisi) görüntüleme yöntemi de kullanılmaktadır.” dedi. Koç Üniversitesi Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi AD. Başkanı, Prof. Dr. Selçuk Peker ve aynı üniversitenin Radyasyon Onkolojisi AD.’den Prof. Dr. Yasemin Bölükbaşı spinal tümörler ile ilgili detayları Posta.com.tr okurları için anlattı.

Spinal tümörlerde tedavi yöntemi öncelikle cerrahi olup, ameliyatla iyi huylu olan tümörlerin tamamının çıkarılmasıyla tam iyileşme sağlanabilir. Ancak bölgenin kritik öneme sahip sinirlerle iç içe olması nedeniyle cerrahi tek başına yeterli olmayabilir veya tümörlerin tam olarak çıkarılması hastada geri dönüşü olmayan sekeller bırakabilir. Bu durumda, cerrahi ve radyocerrahinin birlikte uygulanması veya tek başına radyocerrahi tedavisi önerilmektedir. Hastanın nörolojik muayenesinde güçsüzlüğünde artış gibi kötüleşme varsa, ilk tedavi seçeneği cerrahi olabilir. Her hasta kendi özelinde değerlendirilmeli ve uygulanacak tedavi yöntemi kişiselleştirilmelidir. Bu aşamada spinal tümörler, multidisipliner ekip tarafından tüm klinik bulgular, radyolojik tetkikler, elde edilen patoloji ve hastalığa bağlı şikayetlerin niteliği ve süresi doğrultusunda tedavi seçenekleriyle kişiye özel oluşturulmalıdır.

Radyocerrahi, klasik radyoterapinin özel bir uygulama formudur. Kısa zamanda daha yoğun radyasyonun odaklanarak uygulanması olarak tanımlayabiliriz. Özellikle son yıllarda cihazların ve bilgisayar teknolojisinin hızla ilerlemesiyle klinik pratikte yerini almıştır.

Radyocerrahi, radyasyon onkologları tarafından seçilmiş hasta grubunda kullanılmaktadır. Standart radyoterapi 3-7 hafta sürerken, radyocerrahi tek fraksiyonda yapılabildiği gibi, 5 fraksiyona kadar uygulanabilir. Küçük miktarda bölgeye radyasyon uygulandığı için, normal dokularda koruma maksimum düzeydedir. Tedavide milimetrenin altındaki bir hassasiyetle çalışılır. Böylece yüksek dozlara çıkarken tedavinin yan etkileri de oldukça azaltılır. Ancak, her hasta bu yöntem için uygun olmayabilir. Temel hedefi, hastalıkta şifa sağlanmasının yanı sıra ağrıların azalması ve kırık riskini azaltarak yaşam kalitesini artırmaktır.

Radyocerrahi acısız, iğnesiz ve ameliyatsız bir tedavi çözümüdür. Bu uygulamada tedavi hafta içi günleri uygulanır. Tedavi süresi radyocerrahi uygulamalarında 15 ile 20 dakika arasında değişmektedir. Doktorla ilk görüşmeden sonra, tedavi öncesi hazırlık tomografisi çekilerek hastanın tedavi süresince yatacağı pozisyon ayarlanır. Bu pozisyonun tedavilerde birebir sağlanması önemlidir. Bu tedavide, hasta üzerinde radyasyon taşımadığı için günlük hayatında kısıtlamalara ve tedavi sırasında doktor belirtmediği sürece özel bir diyet yapmasına gerek yoktur. Hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra, tümörün türüne göre değişmekle birlikte, genel olarak 3 ay sonra tedavi yapılan bölgeye yönelik MR görüntülemeyle tedaviye yanıt değerlendirilmesi yapılır.

Omurga ve omurilik içinde yer alan tümörler için kullanılan odaklanmış bir radyasyon tedavisi yöntemidir. Özellikle omurilik radyasyona çok hassastır. Yapılacak radyoterapi tedavisi hasta bölgeye odaklanmış ve aynı zamanda normal dokuları maksimum koruyacak şekilde verilmelidir. Spinal radyocerrahide, normal radyoterapiye göre, tedavi gün sayısı 1-5 arasında değişmektedir. Işın demetleri kullanılarak hızlı tümör öldürme işlemi olup, keskinliği nedeni ile cerrahi işleme benzetilmektedir. Bu nedenle radyocerrahi olarak isimlendirilir. Bu yöntem radyasyon onkolojisi pratiğinde güvenle uygulanmaktadır. Bu hastalar nadir görülen spinal tümörler ve omurga metastazları konusunda uzmanlaşmış radyasyon onkolojisi, beyin cerrahisi, ortopedi , ve medikal onkoloji bölümü hekimlerinin bir araya geldiği multidisipliner konseyde değerlendirilmelidir. Hastalar farklı açılardan değerlendirilmeli ve kullanılabilecek tüm tedavi seçenekleri tartışılmalıdır. Bu konsey ile hastaya, bütüncül bir yaklaşım sergilenmiş olur.

15 Aralık 2020, Salı 12:58

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan: İnaktif aşı en eski yöntem ama günümüzde kullanımı az

Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ile geçtiğimiz günlerde yaptığım telefon görüşmesinde, çalışmaktan yemek yemeğe bile vakit bulamadığını söylemişti. Geçirdiği mide kanaması bu yoğun temposuyla bağlantılı olabilir mi bilemiyorum ama hastaneden taburcu olan Ceyhan’a tekrar geçmiş olsun demek istiyorum.

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, yıllardır aşı konusunda çalışan ve Türkiye’de aşı ile ilgili bilimsel yayınların çoğunda imzası olan bir bilim insanı. Ceyhan öncelikle şunu söylüyor:

Aşının bulunmuş olmasıyla birlikte insanların rehavete kapılmasını doğru bulmadığını, konunun yanlış yorumlandığını da belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan şöyle devam ediyor:

Çin’den gelecek olan inaktif aşının hamileler ve çocuklar açısından kullanımını sorduğum Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, “Bu aşı hamileler açısından ‘C’ dediğimiz yani zararı bilimsel olarak gösterilmemiş ama dikkatli kullanılması gereken sınıfta. Şu an gebeler için kullanılmayacak aynı şeklide çocuklar için de kullanımı söz konusu değil. 16 yaş altına kullanılabilmesi için farklı bilimsel çalışmalara ihtiyaç var. Ancak, ileri çalışmalar yapıldıktan sonra bu durum değişebilir. Çocuklarda farklı yaş ve doz denemeleri daha fazla zaman alacaktır” dedi.

Ülkemizde uygulanacak olan Çin aşısı olarak biline aşı inaktif bir aşı. Bu aşının haricinde mRNA aşılar da dünya gündeminde. Salgın sürecinde zaten hazır olan mRNA teknolojisi ile şirketler Covid-19 aşı çalışmalarına yöneldiler ve olumlu sonuçlar açıklandı. Bu aşıların dezavantajı ise lojistik olarak görülüyor zira sevkiyatın belli bir soğuklukta yapılması gerekiyor. İngiltere, Kanada ve ABD mRNA aşı çalışmalarından olan Pfizer-BioNTech aşısının kendi ülkelerinde kullanımına onay verdi. mNRA teknolojisi ile yapılan aşı yeni ancak bu teknolojinin geçmişi çok daha eskiye dayanıyor.

Aşı olmanın hasta olmaktan çok daha iyi olduğunu belirten Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, bu süreçte mutlaka korunmaya önem vermeye devam etmemiz gerektiğinin altını çiziyor. Temizlik, maske ve mesafe hâlen hepimiz için önemli. Kısıtlamaları, konulan kuralları delmek sadece eylemi yapan kişiyi değil toplumu etkileyen bir sorun. Birlikte başarmanın parçası olmak için mutlaka kurallara uymamız gerekiyor.