Türkiye’nin gözü kulağı olimpiyat oyunlarında. Paris’te çeşitli branşlarda yarışan (toplamda 101 sporcu gitti) oyunculara dikkat kesildik ama en çok da Filenin Sultanları’na! Kızlar çıktıkları ilk maçta Hollanda’yı yendi. Üstelik 2-0 geriye düşmelerine rağmen maçı 3-2 kazanarak yine büyük sevinç yaşattılar. İkinci maçları bugün Dominik Cumhuriyeti ile.
Siz bu satırları okurken ve maçı ekrandan takip ederken, biz bir grup gazeteci statta tezahüratlar eşliğinde kızları destekleyeceğiz. Kadın voleybol takımının sponsorlarından, aynı zamanda Olimpiyat resmi sponsoru da olan Trendyol ekibi ile izleyeceğiz maçı. Trendyol’un, 130 yıllık Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin tarihindeki ilk Türk partner olduğunun da altını çizeyim bu noktada. Heyecanla maçı beklerken, olimpiyat ruhu şehre yansımış mı izlemedeyiz elbette... Durumu şöyle özetleyeyim; salı günü Paris’teki hava Adana seviyesindeydi! Açılıştaki yağmur, sonrasında nefes almanın bile mümkün olmadığı nem ve sıcaklık, dün yerini serinliğe bıraktı neyse ki. Bana kalırsa, iklim krizi nedeniyle olimpiyatlar daha serin ülkelerde yapılmalı ya da başka mevsime kaydırılmalı ama beni dinlerler mi bilemiyorum. Zira seyirciyi de geçin, yarışmacılar bu sıcakta delirebilir, net bilgi! Bu deli sıcağa rağmen Fransızlar, kafelerde klima bile açmıyor üstelik. Sebep, karbon ayak izini ‘2012 Londra’ olimpiyatlarına göre yüzde 55 azaltma hedefi. Daha da detaya girersek; Paris 2024 Olimpiyatları, dünyanın ilk sürdürülebilir ve çevreci olimpiyatları olma iddiasında. Açılış törenindeki ateş şovunda, LED ışıklar ve su buharı kullanıldı mesela. Malum, geleneksel meşale alevinde fosil yakıtlar kullanılıyor ve bunu ilk kez Paris değiştirmiş oldu. Öte yandan... Paris’te deli bir olimpiyat kalabalığı olacağını sanıyordum ama şehir çok dolu değil. Olan kalabalık da akşam üzeri serinlik çökünce sokağa taşıyor. Zaten Paris halkı oyunlar başlamadan şehri terk etmişti, onun da etkisi olmalı. Güvenlik önlemleri ise yerinde. Kimi sokaklar trafiğe kapatılmış, sokaklarda asker ve polis bol. Tepemizde de sürekli helikopter gürültüsü. Özetle, olimpiyat heyecanı şehre yansımış mı derseniz... Ben görmedim, duymadım.
İlk madalyalar atıcılar ve okçulardan
Paris’te olduğumuza göre gündemimiz spor. Gururumuz milli sporcuları takipteyiz. Türkiye, Filenin Sultanları ile yatıp kalksa da; oyunları takip edenler ne kadar ilginç dallar olduğunu da görüyor bu arada. Mesela, ‘Atıcılık 10 Metre Havalı Tabanca’ diye bir dal var. Cahilliğime verin ama bilmiyordum. Ve bu ‘Atıcılık 10 Metre Havalı Tabanca Karışık Takım’da ülkemizi temsil eden Yusuf Dikeç ve Şevval İlayda Tarhan ikilisi, gümüş madalya kazanarak kürsünün ikinci basamağına çıkmayı başardı. Bravo, sayelerinde böyle bir spor dalının da farkına vardık böylece. Olimpiyatlarda ilk başarıyı da erkek okçuluk takımı elde etmişti malum. Mete Gazoz, Muhammed Abdullah Yıldırmış ve Ulaş Berkim Tümer’den oluşan ‘Klasik Yay Erkek Milli Takımı’ üçüncü oldu. Bu bronz Türkiye’nin olimpiyatlarda takım olarak kazandığı ilk madalya oldu.
Aleyna’nın marşı olmuş mu?
Filenin Sultanları demişken... Aleyna Tilki gururumuz voleybolcu kızlarımız için marş yapmış; adı da ‘Sultanım’. “Saçını savuran, lafını savunan/ Sen vur inlesin, herkes dinlesin” şeklinde sözleri var. Güzel mi? Fena değil sanki. Hatta beğendim diyebilirim, kızların güçlü duruşlarına da dikkat çeken sözler yazmış. Ama her zamanki gibi yine ikiye bölündü dinleyenler! Beğenenler, beğenmeyenler, “Ülkenin milli marşı kimlere kaldı” diyenlere karşı, “Büyük abilerinin marşımsı klişelerinden daha iyi” diyenler karşı karşıya. Ben şu kadarını söyleyeyim; günün sonunda tribünler belirliyor, paylaşımlar belirliyor bu marşların tutup tutmadığını, sosyal medyada herkesi linç eden kesim değil. Sakin olalım, izleyelim ve görelim diyorum. Bu eleştirilerin bir nedeni de, zamanında yapılan ‘12 Dev Adam’ gibi çok çok iyi şarkılar bana kalırsa. Yerine daha iyisi gelmiyor maalesef. Çünkü en güzel şarkılar yapıldı ve söylendi, daha iyisi olmayacak belki de. O yüzden elimizdekiyle yetinelim, tadını çıkaralım. Gencecik bir kızın ürettiği bu şarkı da gayet iyi, şans verelim, kimbilir alışırız belki de.
Göksel konserinde, sunağı görevli korudu.
Ne sunakmış arkadaş!
Bodrum Antik Tiyatro’daki lahit mezar ne çekti be şarkıcılardan! Önce Yıldız Tilbe, konserinde lahit mezarın üzerine çıkmak istedi ama görevliler engelledi. Ardından Teoman lahit mezarın üzerine uzanarak şarkı söyledi. Ki, güvenlik o anlara yetişemedi. Durum böyle olunca, mezarın başına güvenlik diktiler ama o da olmadı; Melike Şahin de lahite yaslanarak şarkısını icra etti. Lahit gündem olunca, Bodrum Antik Tiyatro’nun bağlı olduğu Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi yetkilileri şu açıklamayı yaptı: “O taş lahit değil; sunak ya da altar denilir. Eski dönemlerde, hasat mevsimi sonrasında geçmiş yılın bolluğu ve gelecek yılın öyle geçmesi için tanrılara orada sunumda bulunulurmuş. Taş, üzerine çıkınca ya da el sürülünce yıpranıyor. Bu yüzden dokunmak yasak ve güvenlik kontrolünde...” İyi bari; dokunanlar, üzerine yatanlar çarpılmayacak! O zaman soralım: Bu bir tarihi eser olduğuna göre, konser öncesi sanatçılara ‘dokunmayın’ demek çok mu zor? Ya da cam çerçeveye almak, etrafına bir koruma ipi çekmek falan? Bu haberler tatlı mı oluyor?