Türkiye sınav konusunda oldukça tecrübeli bir ülke aslında sınav kültürü ve sınavla yaşam 1950’li yıllarda başlıyor. Bu tarihçeyi size uzun uzun anlatmayacağım. Çünkü bu kadar değişim aslında bazı yerler hariç olumsuz değildi. Ama son yıllarda ülkenin sınava ilişkin hafızası bozuldu. Sınavın ne olduğu ve ne işe yaradığı konusunda ciddi bir kafa karışıklığı var. Ben size kısaca anlatmaya çalışayım.
Eğitimde sınavlar üç amaç için kullanılır; birincisi ‘gözleme’ amaçlı sınavlar ki, bu sınavlar eğitim sürecini ölçen, neyi öğretip neyi öğretemediğimizi bulmamıza ve önlem almamıza yardımcı olurlar. Bu sınav türü ülkemizde yok. İkincisi ‘değerlendirme’ amaçlı sınavlar, aslında bu sınavlar eğitimi bir üretim süreci sayarsak bu sürecin verimliliğini ölçen sınavlardır. Maalesef ülkemizde bu da yok. Eğer bu konuyu araştırmak isterseniz ABD’de yıllardır yapılan NAEP sınavlarını incelemenizi öneririm. Üçüncüsü ‘seçme ve yerleştirme’ amaçlı sınavlardır. Bu sınavlar öğrencilerin bir üst okula seçilmesi ve yerleştirilmesini amaçlar, yani adayınız çoksa veya belirli nitelikler arıyorsanız başvuran adayları sıralamak ve elemek durumunda kalırsınız. Bu sınav türünün amacı budur. İşte ülkemizin de en iyi yaptığı iş bu seçme ve sıralama sınavlarıdır. LYS, ÖSS, OKS, LGS bu tür sınav grubuna giriyor. Bir sınav aynı anda ‘gözleme’ ve ‘seçme, sıralama’ yapamaz. Siz bunları tek sınava yüklerseniz on binlerce birinci çıkarırsınız ve sıralama yapamazsınız. (Bakınız 2017 TEOG)
Sınavlar eğitime vurulmuş darbedir
Bu bilgiden sonra neden bunu anlattığıma geleyim. Geçtiğimiz hafta yaklaşık 75 bin kontenjanı olan okullar için 1.1 milyon öğrenci için sınav yapıldı. Sınavda sorulan sorular çok zordu ve hatta müfredatta olmayan sorular soruldu. Ortalık karıştı, herkes sınavı yerden yere vurdu. Peki, size sorayım: Geçtiğimiz yılki gibi, yani TEOG gibi çok kolay bir sınav yapılsa ve 20 bin tam yapan çıksaydı. Sizin çocuğunuz da bunlardan birisi olsaydı ve yerleştirmede çocuklar aynı sırada olduğu için bu çocukları sıralamada ne kullanılacaktı?
Geçtiğimiz yıl yaşı küçük olan öğrenciye öncelik verilmişti. Şimdi düşünün, zor soru sorup sıralamayı tam yapan sınav mı istiyoruz yoksa çok kolay olup adaletsiz elemeler yapan sınav mı? Bence bu sınav işini yapmıştır. Bu sınavın görevi sıralamaktır, bu sınava böyle bakınız. Ha bir de unutmayın, sınav herkese zor olduğu için tam yapan olmasa bile çan eğrisi sistemi ile grubun başarı düzeyi puanları belirler. Benim sizlere önerim: Geçen yılın verileri ile puan hesaplamayın, geçen yılki okul istatistiklerine bakmayın. Şunu da söyleyeyim: Bu sistem doğru mu derseniz? Ben sınavların ve yerleştirme sisteminin eğitime vurulmuş en büyük darbe olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple Türkiye sınavla ve onun sonuçları ile eğitimde verim sağlayacağı inancından vazgeçmelidir.
turgay.polat@posta.com.tr
Son zamanlarda özel okullar yine gündemde, bir özel okulun konkordato ilan etmesi üzerine herkes özel okulların tepesine binmeye başladı. Ama baştan söyleyeyim bu büyük bir haksızlık; inşaat sektöründe, finans sektöründe, diğer tüm sektörlerde açıklanan konkordato sayısı eğitim sektörünün kat be kat üzerinde… Ülkemizdeki ekonomik sıkıntılara rağmen işini aksatmayan ender sektörlerden olan eğitim sektörünün bu kadar hırpalanmasını yanlış buluyorum. Bir özel okul grubu yanlış büyüme stratejisi ile sorun yaşıyorsa bunu tüm sektöre yaymamak gerekiyor.
Belirtmem gerekiyor ki her sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe de bir takım başarısız girişimler olacaktır. Bu sorunlu girişimler tüm sektörü başarısız veya problemli yapmaz. Kaldı ki eğitim sektörü ülkemizde yeni büyüyen bir sektör olup, bu büyümeden kaynaklanan sorunlar da yaşayabilir.
2018-2019 eğitim ve öğretim yılı itibarıyla ülke genelinde 13 bin 679 özel okul bulunuyor. Bunların içinde 2 bin 600 adedi temel lise ki onlar bu yıl kapanıyor. Kalan özel okul sayısı on bin civarında. 2006-2007 eğitim ve öğretim yılında tüm özel okullarda kayıtlı öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranının yüzde 2.53 iken, 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında bu oran temel lise hariç yüzde 7’ye yükseldi. Sizce sektörel olarak bu büyüme diğer sektörlerle karşılaştırılırsa çok mu büyük? Tabi ki değil. Bu arada bu öğrenci oranı Rusya’da bile yüzde 17’yi çoktan geçti.
Özel okullar eğitimin paydaşı
Sorun rakamlar değil sorun bizim kafamızın karışıklığı. Özel okulları kafamızda bir türlü konumlandıramıyoruz. Bu kurumlar özel girişimcilerin MEB kanunlarına ve tamamen MEB kontrolünde açtığı ve çalıştırdığı okullardır. Yani ne açılırken nede yürütülürken kimse kafasına göre hareket etmiyor. Bir binanın okul olup olmayacağına, olacaksa kaç öğrenci alabileceğine ve ne okutacağına kadar MEB karar veriyor. Şunu sakın unutmayın; bu okullar eğitimin paydaşıdır, ciddi sayıda burslu öğrenci okuturlar, devlet okuluna gitmesi gereken öğrencileri alarak devletin yükünü hafifletirler. Üstelik hem istihdam sağlayarak hem de vergi ödeyerek ekonomiye ciddi katkı sağlarlar. Bu okullar devletten hiçbir şey istemezler, her sektör her dönem devletten ciddi taleplerde bulunurken bu kurumlar işini yapmaya devam ederler.
Her sektörde olduğu gibi ekonominin sıkıntılı olduğu dönemlerde eğitim sektöründe de bazı sıkıntılar olabilir ama ne olur vurun abalıya yapmayın. Velilere önerim; çocuğunuzu verdiğiniz özel okulun iki şeyine dikkat edin; birincisi köklülüğüne, ikincisi kurucusunun eğitim dışında işi olup olmadığına. MEB’in yapması gereken ise;
1- Akreditasyon kurumunun kurulması,
2- Kuruluş yeterlilik koşullarının yeniden düzenlenmesi,
Ülkemizde bu yıl devlet üniversitelerinde bile yüzde 30 boşluk varsa bu çok ciddi bir sorundur. Çünkü 2.5 milyona yakın genç üniversiteli olmak isterken, üniversitelerde bu kadar boş kontenjan kalması garip bir durum. Herkes yorumlamaya çalışıyor; ama yine bakış açısı hatalı. Herkes üniversitelerin istihdam odaklılık veya atama yapılmaması sebebiyle boş kaldığını düşünüyor. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. Bence sorun tek, gençleri 2025’e hazırlayacak dönüşümü üniversitelerin yapamaması. Bunu sunmayan üniversiteler maalesef tercih edilmiyor.
Bizim en büyük sorunumuz üniversitelerin üreten ve geleceği hazırlayan kurumlar değil, ‘günü geçiştiren ve bugünü yaşatan’ kurumlar olması. Bakın, dünya yeni nesil üniversitelere üçüncü nesil üniversiteler diyor. Bu tür üniversiteler ise birer üretim üssüne dönüşüyor. Artık kapılar açık, teknoloji ve proje peşinde koşan üniversiteler var. ABD’de Stanford Üniversitesi, Harvard, MIT Avrupa’da ise Cambridge, Leuven ve Münih Üniversitesi bu tip üniversitelerin en iyi örneğini oluşturdu. Üçüncü nesil üniversitelerde bilim, üniversite ile yüksek teknoloji şirketlerinin işbirliği kurumsal araştırma kurumları ‘tekno-starter’lar için eğitim ve destek programları, teknoparklar, sponsor şirketlerin güç birliğini görüyoruz.
Yeni bir eğitim tanımı gerekiyor
İşte bu değişim, üniversitelerin öğrencilerine de yeni bir eğitim tanımlaması gerektiğini gösteriyor. İyi ders anlatma ve güzel kampüs sunma, öğrenciler için hiç de cazip değil. Günümüzde üniversiteler öğrenci adaylarına yurt dışı bağlantıları ve yurt dışında sağladıkları avantajları, yabancı dilde eğitimi, transnasyonel olarak tanımlanan çok dilliği ve çok ulusluluğu sunmak durumundadır. Öğrencilere küresel dünyaya entegre olma, aynı sınıfta yan sırada dünyanın başka ülkesinden birisiyle iş ve proje yapma, birçok dil öğrenme imkanlarını sunması gerekiyor.
Şimdi boş kontenjan sorununu bir daha düşünelim. Üniversitelerimizde halen bu çağın en önemli alanlarında bölümlerinin olmaması veya bu alanlarda çalışma yapılmaması çok büyük sorun değil mi? Örneğin BİG DATA (veri analiz mühendisliği), siber güvenlik, uygulamalı matematik, Computer Sience (bilgisayar bilimleri), tohum genetiği, biyomedikal, enerji mühendisliği, yapay zeka, nesnelerin interneti, Blockchain gibi alanlarda öğrencilere ne veriyoruz? Üniversiteler bu alanlarda bölümler açsın bakalım, öğrenciler ilgi duyuyor mu duymuyor mu? İşte sorun bu, eğer siz öğrencilere geleceği gösterirseniz onlar heyecan duyar. Şimdi üniversiteler oturup şapkalarını önüne koysunlar değişim hem de hemen.
turgay.polat@posta.com.tr
Son yıllarda Türkiye’nin en iyi yaptığı işlerden birisi de eğitim ihracatına önem vermesidir. Bu anlamda hükümetimiz ve YÖK çok önemli adımlar atıyor. Bu alan dünyada o kadar önemli ki Avustralya’nın ihracat kalemleri içinde eğitim ikinci sıraya yükseldi ve yıllık 29 milyar dolar oldu. Türkiye’de Ekonomi Bakanlığı ve TİM her yıl ‘hizmet ihracat şampiyonları’ dalında eğitim ihracatı alanında da ödüller veriyor. Bu alanda Bahçeşehir Üniversitesi üst üste ikinci kez birincilik aldı. Bu yılda duyduğuma göre yine birinci Bahçeşehir Üniversitesi olmuş.
Günümüzde ABD’de okuyan yabancı öğrenci sayısı sadece lisans seviyesinde 870 bin civarında. Düşünün, 870 bin öğrenci ABD’de en az 4 veya 5 yıl okuyor. Bu öğrenciler ABD’ye her yıl gerek eğitim gerek barınma gerekse de yemek parası olarak 2016 yılında 39 milyar dolar yani 150 milyar lira kazandırmış. ABD eğitimden para kazanıyor, hem öğrencilere iyi eğitim veriyor hem de bundan para alıyor. ABD, eğitimini pazarlıyor ve para kazanıyor. Ama dikkat! ABD sadece para kazanmıyor. Çok daha değerli bir şey kazanıyor, o da dünyanın her yerinde kritik görevlerde ABD kültürü ile yetişmiş milyonlarca eğitimli insan. İşte bu yüzden ABD tüm dünyayı yönetiyor. Sadece ABD değil, Avrupa hatta Uzak Doğu bile bu işi başarıyla yapıyor. Bizde ise durum son yıllarda gerek kurumlar gerekse hükümet tarafından çok önemsenmeye başladı. Toplam yabancı öğrenci sayımız 150 bin civarında.
HEDEF, 2023’DE 500 BİN ÖĞRENCİ
Bu alanda üniversitelerimiz çok çalışıyor; ama en başarılı olanı Bahçeşehir Üniversitesi. Bahçeşehir Üniversitesi aslında globalleşmeye çok önem veren ve bu alanda çok çalışan bir üniversite. Dünyanın 123 farklı ülkesinden 4 bini aşkın öğrencisi var. Üniversite şimdiye kadar 5 bine yakın uluslararası öğrenci mezun etmiş ve ülkelerine göndermiş, sekiz ülkede mezunlar ofisi kurulmuş. Her yıl gelen öğrencilerin bıraktığı ekonomik katkı başbakanın da dediği gibi ‘kemiksiz’ gelir kaynağı. Ama tabii bu açıdan üniversitenin Türkiye için sağladığı değer, paha biçilemez durumda. Hükümetin hedefi 2023’de 500 bin öğrenci. O sayıya ulaşıldığında Türkiye’nin yıllık geliri; eğitim konaklama ve diğer gelirlerle kişi başı 30 bin dolardır. Yani toplamda yıllık 15 milyar dolar, TL karşılığı ise 60 milyar liraya yakındır. İşte, size istihdam ve gelişime açık, ithalat payı olmayan çok güzel bir alan.
Bu sayının artması için yapılması gereken, öncelikle kontenjan kısıtlamasının kaldırılması. Şu anda bir üniversite Türk öğrenci kontenjanının yarısı kadar yabancı öğrenci alabiliyor. Tabii ki kısıt olabilir; ama bunun nitelik anlamında yapılması daha doğru olacak. Ayrıca üniversiteler İngilizce eğitim yapmalı küresel dünyaya açık eğitim sistemine sahip olunmalı ve tabii ki bu alanda çalışacak nitelikli iş gücünün yaratılması da şarttır.
Eğitim önemli bir meseledir. Ülkemiz eğitim sisteminin çatısı diyeceğimiz yükseköğretimde ilginç şeyler oluyor. Onu da görmezlikten gelmemiz mümkün görünmüyor. Üniversitelerde yüzde 30 (devlet yüzde 28, vakıf yüzde 33) boşluk var. Daha acısı ve sıkıntılı durum ise, 600 bin öğrencinin tercih bile yapmaması. Bu durum hakkında YÖK çok çalışıyor. En son dün yayınlanan ‘tercih yapmayan öğrencilerle yapılan anket sonuçları’ için YÖK’ü, başta başkan Yekta Hocam olmak üzere kutluyorum. Anket sonuçlarına girmeden önce, her yıl yayınlanan OECD’nin eğitime bakış raporunu yorumlamaya çalışacağım. ‘Eğitime bakış’ raporuna göre, Türkiye’de yüksek eğitim almış her dört kişiden biri iş bulamıyor. Yani üniversite mezunu işsizlik yüzde 25.
Bunun sebebi, Türkiye’de iş olmaması mı yoksa üniversitelerin gençleri geleceğe hazırlayamaması mı diye sorarsanız? Cevap kesinlikle ikincisi. Bunun tek makul açıklaması, gençler üniversitelerde gelecek görmüyor.
Öğrenciler 2025 dünyasına hazırlanmalı
Gelelim, YÖK anket sonuçlarına adayların yüzde 69’u 2018-YKS’ye üniversiteye yerleşme hedefi ile girdiğini belirtmiş, yani amaç üniversiteye girmek. Ankette öne çıkan cevap ise kuşkusuz ‘mezuniyet sonrası iş bulma kaygısı’ ve ‘geleceğe hazırlanamama korkusu’.
Adayların üniversite tercih etmeme nedenlerini belirleyen faktörler arasında ilk sırayı ‘istediğim bölümler için puanımın yeterli olmaması’, ikinci sırayı ‘kazanma şansımın olduğu bölümleri bitirince iş bulamayacağım kaygısı’ aldı. İlginç sonuçlardan birisi de adayların yüzde 70’i lisede bilgilerin üniversite eğitimi için yetersiz olduğunu düşünmesi oldu. Öğrencilerin üniversitelerle ilgili bilgi alma şeklinde de çok büyük bir değişim var.
Adaylar üniversitelerle ilgili bilgileri sosyal medya ve web sayfalarından aldıklarını belirtiyor. Bu başlık elektrik direklerine reklam veren üniversitelere umarım ders olur. Adayların vakıf üniversiteleri ile ilgili kısımda verdikleri yanıtlara bakılırsa adaylar ‘vakıf üniversitesi’ kavramını bilmiyorlar. Bunda kamu ve vakıf üniversiteleri arasında ayrım yapan bu kurumları doğru tanıtmayan herkesin kusuru var.
Sonuçta bilmemiz gereken bu ülkede her yıl sınava giren öğrenci sayısı artmasına rağmen üniversitelerde boşluk artıyor. Üstelik üniversitelerde oluşan boşluğun maliyeti çok yüksek. Yapılması gereken tek şey, öğrencilerin bugünden 2025 dünyasına hazırlandığının hatırlanmasıdır.
Buna uygun eğitim ve bölümlere ihtiyaç var. Unutmayın, biz daha adını duymadan BİG DATA, siber güvenlik, Blockchain, robot hukuku, gastro terapi gibi binlerce alan ortaya çıktı. Bunlar henüz bizde dillendirilmezken gelişmiş ülkelerde ciddi mesleklere dönüştü bile. YÖK’e teşekkür ederim, üniversiteler ve gelecek açısından hepimizin yenilikçi ve fütürist bir bakış açısına ihtiyacımız var.
Milli Eğitim Bakanımızı göreve geldiğinden bu yana koşulsuz şekilde destekliyorum ve desteklemeye devam edeceğim. Ama bu yapılan hataları veya yanlış bakış açılarını eleştirmeyeceğim anlamına gelmiyor. Kendisi de buna son derece açık bir bilim insanıdır. Geçtiğimiz günlerde ülkemiz eğitim tarihinin en nitelikli kararlarından olan, çocuğunu özel okula göndermek isteyen velilere verilen teşvikleri kaldıracağını belirtince çok üzüldüm. Kendisine ulaşmaya çalıştım ama yoğunluğundan ulaşamadım. Bu kararın son derece sakıncalı ve yanlış olduğunu bizzat anlatmak istedim.
AKP iktidara geldiğinin ilk yıllarında dünyada gördüğü en başarılı uygulamalardan olan eğitimde kalite artmaya dönük özel okula çocuğunu vermek isteyen velilere yönelik ‘katkı yasası’nı Meclis’ten geçirmiş; ancak dönemin Cumhurbaşkanı Necdet Sezer tarafından veto edilmişti. O zaman ülke için büyük bir eğitim adımının engellendiği ifade edilmişti. Ondan sonraki süreçte bu yasa meclisten geçirilmiş ve yasalaşmıştı. Doğru anlaşılması adına bu işin içeriği şudur: Eğitimin özeli, devleti olmaz. Eğitimin kalitelisi veya kalitesizi olur.
Devlet kaliteli eğitimi sağlamalı
Kaliteli eğitim her çocuğun hakkıdır. Önemli olan bu kaliteli eğitime erişimi kolaylaştırmaktır. Bu açıdan bir veli çocuğuna kaliteli eğitim talep etme hakkına sahiptir. Devlet de kaliteli eğitimi öncelikle sağlamak; ama eğer sağlama konusunda bazı sorunlar yaşıyorsa erişimi kolaylaştırmak durumundadır. Dünyada da bu süreç böyle işliyor. Örneğin, İngiltere bundan 15 yıl önce ülkenin her köşesine kaliteli eğitimi taşımak adına, kendisi de yetiştirme yurdunda büyümüş eğitim bakanı Andrew Adonis’in çabası ile kırsal bölgelerdeki okulları veliden ve öğrenciden ücret almadan sadece devletin sağladığı kaynakla eğitimi yürütmek adına özel girişimcilere devretmiştir. Bu sayede kaliteli eğitimi en kırsal bölgelere taşımayı başardı. Aynı şekilde ABD’de kaliteli eğitim için devlet olarak kaliteli eğitim sağlayamadığı okulları ‘Charter School’ adıyla ben ‘eğitimi daha iyi yapabilirim’ diyen özel girişimcilere bırakmaktadır.
Türkiye’nin en büyük eğitim kurumlarından birisi olan Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları Başkanı Enver Yücel’e de sordum. Yücel, “En önemli gündemimiz kaliteli eğitim olmalıdır. Bu çağda sadece eğitim demek yetmiyor. Kaliteli eğitim sağlamak gerekiyor. Kaliteli eğitime erişim ülkemizde zor, devlet bunu kolaylaştırmalıdır. Bunun için daha önce hükümetimizin çıkardığı teşvik yasası önemliydi ve dünyada bu konudaki örneklerine uygundu. Kaldırılması eğitimde kaliteyi arttırmaz, sadece velilerin ve çocuklarımızın devletten beklentisini artırır. Bu yasa iyileştirilerek devam ettirilmelidir” dedi.
Ben de kendisine katılıyorum. Bakın, özel okul destek teşviki başladığından bugüne 520 bin öğrenci faydalanmış, bu öğrencilere 3.2 milyar liralık destek sağlanmış. Peki, bu çok mu büyük bir rakam? Sadece örnek vermek adına söyleyeyim, Avrasya Tüneli’nin maliyetinin yarısına eşit. Peki, tekrar soruyorum: Teşvik yasasının kaldırılması kararının kime ne faydası olacak?
Bu yıl lise tercihlerinde de epey kargaşa çıkacağa benziyor. Aslında sorun, velilerin ve eğitimcilerin LGS tercihi yaparken TEOG tercihi yapar gibi davranmaları. Bu konuda uzun uzun yazmayayım aslında bir iki cümle işi özetlemeye yetiyor. Birincisi sınavla öğrenci alan Anadolu, fen ve sosyal bilimler liselerinin toplam kontenjan 77 bin, yani sınava giren 972 bin öğrencinin sadece yüzde 8’i bu okullara yerleşebilecek.
Bu da demek oluyor ki okulların geçen yıl ki taban puanları veya yüzdelik dilimleri bu yıla asla fikir vermez. Örneğin, İstanbul’da Vefa Lisesi geçen yıl 2.45 yüzdelik dilimle almış. Yani son yerleşen öğrenci 26 bin 800’üncü olmuş. Sizce bu yıl ne olur? Ben size söyleyeyim en son öğrenci 0,70 ile 0,85 yüzdelik dilim arasında girebilir. İkinci durum mahalli yerleştirme ile ilgili, bu yerleştirme türünde öğrencilere ‘adresi içinde (yeşil)’ ‘komşu bölge (sarı)’ ve ‘adres bölgesi dışında (kırmızı)’ bölgeler sunuluyor.
Öğrenciler 5 tercih yaparken kendi bölgesinde 2 Anadolu lisesi varsa önce onları yazıyor, sonra komşu bölgeyi yazıyor sonra da dışarıdan yazıyor.
Ben söyleyeyim, hiçbir öğrenci adresi dışında yerleşemez. Çünkü öğrencilerin puanı, başarı sırası ne olursa olsun, öncelikler daha farklı. İlk olarak hem adresi uygun olan hem o bölgedeki ortaokulu bitiren hem de okul başarı puanı yüksek olan yerleşiyor. Sizce bu önceliklere göre dışarıdan bir öğrenci başka bölgeye yerleşebilir mi? Şimdiden söyleyeyim, 30 Temmuz’da sonuçlar açıklandığında yapılan tercihlerin yarısının yanlış yapıldığını göreceğiz.
Çocuklarınız için seçenekler yaratın
Peki, bunlar önemli mi? Liselerin varlık amacı, üniversiteye öğrenci hazırlamak mı, yoksa gençleri geleceğe hazırlamak mı? Ülkemizde en zeki öğrencilerin yöneldiği liselerinin kaç tanesi uluslararası kabul alabiliyor? Kaç tanesi dil öğretiyor? Biz bu çocuklara hedef olarak sadece üniversite kazanmayı gösteriyoruz. Sizce bu onlara yapılmış en büyük kötülük değil mi?
Lise tercihi yapacak anne babalar, çocuğunuzu ya büyütürsünüz ya da sıradanlaştırırsınız. Çocuğunuzun sıradanlaşmasına asla izin vermeyin. Okulun binası güzel ve ÖSYS başarısı yüksek diye tercih etmeyin. Size birkaç öneri: Seçtiğiniz lise yabancı dil eğitimi yapmalı. Seçtiğiniz lisenin yurt dışı bağlantıları olmalı. Seçtiğiniz lisenin laboratuvarları olmalı. Seçtiğiniz lise çocuğunuzu sosyalleştirmeli, hayattan koparmamalı. Seçtiğiniz lise çocuğunuza kitap okumayı, spor yapmayı, sanatı öğretmeli.
Şimdi karar verin, bunları yapan liseyi bulmak için ne yapıyorsunuz? “Hocam, biz bu okulu nereden bulacağız” diyorsanız unutmayın, bu dediklerimin yarısını okul yapıyorsa yarısını da siz yapacaksınız. Çocuklarınızı sadece okula gitmesi ile yetinmeyin, onu sürekli geliştirmek için seçenekler yaratın. Sonra bakın neler oluyor?
Türkiye Cumhuriyeti bir karar aldı ve dershanelerin eğitim sisteminde olmaması gerektiğinden hareketle bundan dört yıl önce dershaneleri kapattı. Şunun hakkını vermek gerekiyor. Hükümete aldığı bir kararı uygularken hiçbir sektör bu kadar çözüm odaklı davranmadı. Kararın alındığı günden bugüne sektör temsilcileri son derece demokratik ve çözüm odaklı yol izlediler.
Dershane kurucuları, dershaneler kapatıldığında ‘eğer bu ülke için iyi olacaksa’ dediler ve hükümetin kararını uyguladılar. MEB, bu süreçte dershanelere dönüşüm adı altında bir sürecin sözünü verdi. Dershanelerin adını ‘temel liseler’ olarak teyit ederek, kendilerine okula dönüşmek üzere 2019 Eylül ayına kadar süre tanıdı. Bu süreçte dönüşüm adına, eski dershane sahipleri çalıştılar ve ciddi bir oranda okula dönüşmeyi başardılar. Kısacası, bu ülke bir süreç yaşadı ve bu süreçten en fazla etkilenen eğitimciler çok çaba gösterip ciddi oranda hükümete destek oldular. Peki, dershaneler kapatılınca sınavlara hazırlık sorunu çözülecek mi ya da bu süreçte ne olacak diye çok konuşuldu. Dört yılın sonunda ne mi oldu? Önce ‘3 ders kursları’ açıldı, sonra tek derse dönüştürüldü. Her seferinde eğitim girişimcileri bu kararlara koşulsuz uydu.
ÖĞRENCİLERE BASKI UYGULANIYOR
Bu süreçte asıl sorun ‘kaçak’ ve ‘kontrolsüz’ kurumların ortaya çıkması ihtimaliydi ki bu da oldu. İlginç olanı MEB’in il ve ilçe teşkilatları bu merdiven altı oluşumlarla pek de mücadele etmedi. İlginç olan merdiven altı bu kaçak, kontrolsüz yapılarla ilgili bir istatistik de yok elimizde ve tabii bu durumda da bunlarla nasıl mücadele edecek bu da belli değil. Sadece benim oturduğum bölgede beş tane başka isim altında kurulmuş kaçak kurum var. Bu kurumlar çatır çatır kayıt alıyorlar, üstelik buralarda ciddi oranda devlet okullarında çalışan öğretmenler çalışıyor ve de onlar kendi okul öğrencilerine baskı yaparak buralara çekiyor çocukları.
Şimdi soruyorum: Sayın MEB yetkilileri, dershaneleri kapatırken gösterdiğiniz o mücadeleci tavrı size destek olan, siz ne dediyseniz onu yapan eğitimcileri ve kurumlarını korumak için de gösterecek misiniz? Kaçak, vergisiz, kuralsız kurulan, boşluktan faydalanıp gariban halkın parasını alan bu kurumlara karşı da kullanacak mısınız?
Şimdi dürüst olma zamanı, Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki net duruşu ve bakanlığın çalışmalarına rağmen bu kaçak yapılara ve merdiven altı kurumlara çocuklarımızın gitmesine göz mü yumacaksınız? Yoksa izlemeye devam mı edeceksiniz? Bu ülkenin Cumhurbaşkanının bu konudaki tavrı bu kadar net iken, saha da eğitimi yöneten bazı yerel yöneticilerin bu konuda neden daha aktif ve daha kararlı olmaması ilginç geliyor bana...