Nazlı Erdol

31 Mayıs 2018, Perşembe 17:36

En güzelinden rekabet: Borg vs McEnroe

Sporla; ya da biraz daha derine inersek, tenisle aranız nasıl bilmiyorum. Agassi-Sampras rekabeti mi daha çok ilginizi çeker yoksa Federer-Nadal mı? Belki de Novak Djokovic'in kendisiyle mücadelesini ve dünyanın eski bir numarasının iniş çıkışlarla dolu kariyerini takip etmeyi tercih edersiniz. Ancak şuna şüphe yok ki, tenise biraz olsun ilgi duyan ve yaşı 1980 Wimbledon finalini izlemeye yeten herkes Borg ve McEnroe rekabetini bilir.

"Borg vs McEnroe" tenis tarihinin unutulmazları arasında girmiş bu ikonik rekabeti konu alıyor. Ancak filmin adının hikayeyi tam olarak karşılamadığını söylemeliyim. Zira filmimiz, John McEnroe'dan ziyade Björn Borg'a odaklanıyor ve onun duygu durumunu merceğe alıyor.

Başrollerini Sverrir Gudnason ve Shia LaBeouf'un paylaştığı film, gerçek hikayeden beyazperdeye uyarlanmış bir spor draması. Kağıt üzerinde tamamen zıt iki karakterin mücadelesi gibi gözüken bu rekabet, aslında herkesin düşündüğünden çok daha fazla ortak nokta barındırıyor. "Buz gibi" ya da "makine gibi" olarak anılan Björn Borg'un, bu noktaya gelene kadar aslında neler yaşadığını, ruhunun derinliklerinde ne gibi fırtınalar koptuğunu; ve her daim volkan misali patlamaya hazır bir bomba olan rakibi McEnroe ile aslında ne kadar benzeştiğini görmek, filmin en çarpıcı noktalarından biri.

"Borg vs McEnroe"nun yönetmenliğini, 2010 yılında çektiği Armadillo adlı belgeselle tanınan Danimarkalı yönetmen Janus Metz üstleniyor. Gerçek bir hikayeyi, hele hele gerçek bir spor olayını sinemaya aktarmak bu kadar güç iken, Metz; zor olanı başarmış diyebiliriz. Ancak Borg ve McEnroe'nun iç dünyalarını keşfedip, ünlü birer sporcu olmadan önceki hallerini keşfederken zaman zaman filmin temposunun düştüğünü söylemek mümkün.

Ülkesi İsveç dışında çok da ünlü olmayan Sverrir Gudnason, Björn Borg rolüne göre biraz yaşlı görünse de son derece başarılı bir performans ortaya koymuş. Ancak filmin esas yıldızı, sık sık öfke nöbetlerine yenik düşen John McEnroe'yu canlandıran Shia LaBeouf... Nymphomaniac, Fury, Transformers serisi ve son olarak American Honey'de izlediğimiz LaBeouf, öyle kusursuz bir performans sergilemiş ki, insan "Keşke film McEnroe'nun hikayesine biraz daha odaklansaydı da LaBeouf'u daha çok izleyebilseydik" demeden edemiyor. Bu arada iki oyuncunun da gerçek Borg ve McEnroe'ya benzerlikleri, filmin sonunda göreceğimiz fotoğraflarda bir kez daha ortaya çıkıyor, haliyle kast seçiminden de etkilenmemek elde değil.

Kabul, "

16 Şubat 2017, Perşembe 13:30

Hayat gibi bir film: Moonlight

Sinemaseverler olarak çok uzun süredir Moonlight'ı bekliyorduk. Muhtelif "en iyi filmler" listelerinin tepesinden bize el sallıyor ya da ödül üzerine ödül alıp kendini daha da merak ettiriyordu. Oscar adayları açıklandığında da şaşırtmadı ve sekiz dalda adaylık kazandı. Genel toplama şöyle bir bakmak isterseniz, tablo çok etkileyici: Moonlight, 245 adaylık ve 161 ödül kazanmış. Belki siz bu satırları okurken tablo daha da parlamış bile olabilir, şaşırmam.

Filmler hakkında birkaç kelam etmeye çabaladığımda, kelimelerimin filmin konusuna dair olmasından ziyade, bende uyandırdığı hisler hakkında olmasına özen gösteriyorum. Çünkü filmin insanı içine alışı kişiden kişiye değişkenlik gösterir, sinemanın sayısız güzelliklerinden sadece biri... Moonlight'ın konusu hakkında da olabildiğince ketum davranmaya çalışacağım yine, çünkü bu film hayat gibi. Görmeden, yaşamadan tam olarak anlayamıyorsunuz. Nabzı var. Hızlandığını ya da yavaşladığını hissediyorsunuz. Bazen kalp çarpıntısı gibi hızlıca akıyor, bazense gözünüzden istemsiz süzülen yaş misali ağır.

CHIRON'UN HİKAYESİ




Moonlight, Miami'de geçiyor. Ama Miami deyince aklınıza uçsuz bucaksız kumsallar, pahalı arabalar, cillop gibi bikinili kızlar gelmesin. Miami'nin arka mahallelerindeyiz; evet oraların da varoşu olabiliyor. Küçük bir çocukla tanışıyoruz, göz teması kurmaktan aciz, sıska, ürkek. Ve yalnız. Ağzından kerpetenle laf alıyoruz, o kadar tutuk ki. Adını söylemek bile külfet onun için. Adını ben söyleyelim size: Chiron.

05 Ocak 2017, Perşembe 15:30

Özlemişiz: Oliver Stone 'Snowden' ile döndü

Oliver Stone biyografik film çekmeyi pek sever. Hatta onun kadar seven yönetmen var mıdır emin olamadım. Stone, bugüne kadar 'Büyük İskender', 'W.', 'Nixon', 'Doğum Günü 4 Temmuz', 'The Doors' ve 'JFK: Kapanmayan Dosya' gibi bilindik biyografiler çekti. 'Katil Doğanlar' ve 'Müfreze' gibi unutulmazlara da imza atan Amerikalı yönetmenin, yine biyografik türdeki son filmi 'Snowden', sonunda vizyona girdi.



Bilmeyenler için kısacık bir 'Edward Snowden kimdir' girişi yapalım... Eski CIA ve NSA çalışanı Edward Snowden, haziran 2013'te gizli belgeleri medyaya ifşa ederek dünyanın gündemine oturmuştu. NSA yani Ulusal Güvenlik Dairesi tarafından yürütülen gizli takip sisteminin detaylarını ortaya çıkaran Snowden, böylece NSA sızıntılarını başlatmış oldu.

SİZ OLSANIZ NE YAPARDINIZ?


Düşünün: Hükümetin 'güvenlik' adı altında sosyal medyadaki profilinize, mesajlarınıza, telefonunuza, bilgisayarınıza ve hatta web kameranızdan evinize ve yatak odanıza kadar erişebildiğini öğrendiniz. Ne yaparsınız? Susup işinizi yapıp, dolgun maaşınızla cebinizi şişirmeye devam mı edersiniz yoksa kariyerinizin, geleceğinizin ve hayatınızın kökten değişip yok olacağını bile bile bu durumu dünyaya mı duyurursunuz? Edward Snowden, ikinci yoldan gitti. Şimdi kimilerine göre "vatan haini" kimilerine göreyse "kahraman".

11 Kasım 2016, Cuma 11:30

Mucizeyi beklerken gittin be Cohen baba...

10 Kasım'ın ertesi, yağmurlu ve karanlık bir cumaya, günü daha da karartacak bir haberle uyandık. Dünyanın görüp görebileceği en yetenekli insanlardan biri, ozan, şarkıcı ve yazar Leonard Cohen terk-i diyar eylemiş. Üstelik yeni albümü You Want It Darker raflardaki yerini aldıktan yalnızca bir ay sonra. Aynı bu yıl 10 Ocak'ta, doğum günü ve yeni albümünün çıkışından iki gün sonra aramızdan ayrılan David Bowie gibi...

SON ANLARINA KADAR YAZDI


50 yıllık sanat hayatına 14 stüdyo albümü, kitaplar, şiirler ve sayısız ödül sığdıran Cohen'in ölümü, bugün sabaha karşı 4.30'da sanatçının plak şirketi Sony tarafından facebook sayfasından duyuruldu. Oğlu Adam, Rolling Stone dergisine yaptığı açıklamada Cohen'in Los Angeles'taki evinde huzur içinde öldüğünü ve son anlarına kadar yazmaya devam ettiğini söyleyerek büyük ustanın aramızdan ayrıldığını doğruladı.

BOWIE GİBİ...


Cohen geçtiğimiz günlerde New Yorker'a verdiği röportajda "Ölmeye hazırım" demişti. Keza son albümüne adını veren You Want It Darker şarkısında da "I'm ready my Lord" yani "Ben hazırım Tanrım" diyordu... Tıpkı David Bowie'nin Lazarus şarkısında ima ettiği gibi...

Leonard Cohen'in insanı avucunun içine alıveren bas sesi ve etkileyici şarkı sözleri onu efsane yaptı. Şarkılarını konuşur gibi söyledi, şarkıcıdan ziyade bir ozandı. 1934 Quebec doğumlu Cohen, 60'larda önce şiir kitapları yayınladı. Satışların iyi gitmemesinden sıkılan Cohen, oradaki folk-rock sahnesini merak ettiği için New York'a gitti. Burada kendine sağlam bir çevre edindi. Folk şarkıcısı Judy Collins, sanatçı Andy Warhol, Lou Reed ve Nico bu isimlerden yalnızca birkaçı.