Sevgili Merve, ben seni uzun yıllardır tanıyorum ama tanımayan okurlarımıza “Merve Otçeken” kimdir, birkaç cümlede anlatabilir misin?
Merve Otçeken: Merve, özünde âşık, kalpten, birlik bilinciyle özgürce yaşayan bir can. İçindeki aşkı, temas ettiği her varlıkla buluşturmak üzere yolu psikolojiyle kesişmiş biri. Kadın ve erkeğin ötesinde varlığını hisseden, yaşayan, 2 çocuk annesi, pek çok canın da Yuva’sı…
“Aşk’a aşkla hizmet eden yolcu” yazıyor Instagram profilinde. “Aşk” nedir, “Aşkla hizmet etmek” nedir?
M.O.: Aşk, insanlar arası yaşanan manâda değil. Daha da derinlerde her birimizin içinde zaten var olan özle yaşanan Aşk. Birbirimizle olan bağımızı hissedişimiz. Kutsal olan, yüce olan, adına pek çok öğreti ve pek çok isim verilmiş olan Yaşam, Kaynak, Varoluş, Spirit, Allah, Yaradan, Ortak Akıl, Tanrı Aşk diye tarif ettiğim. O’na hizmet ediyorum…
Uzun yıllardır yolculuğuna tanık olduğum için o “Aşkla hizmet etmenin” sende tezahürünü çok iyi gözlemleyebildim, evet… Uzman psikolog ve psikoterapist olarak son 2 yıldır işlerinin git gide daha yoğun olduğunu görüyorum. Sence bu yoğunluğun yüzde kaçı pandemi sebebiyledir, geriye kalan etkenler neler sence?
M.O.: Kıymetli bir soru Esracığım. Bu sorunun birkaç yanıtı var. Biri bireysel düzlemde, diğeri dönemin getirdiği sorumluluklara ilişkin. Kızım Özüm Anka, 2017 Eylül doğumlu, onu kendim büyütmek istedim. İki aylıktı yavaş yavaş seanslara döndüğümde, ancak kızımın ilk 2.5 yılında haftada az saat çalışmayı seçtim. Günün büyük bir bölümünde tam zamanlı evde ve anne rolümdeydim. Bana olan fizikî ihtiyacı ve rutinleri belli bir kıvama eriştikçe yavaş yavaş meslekî yaşamımı ortak yaşamımızla uyumlu hale getirdim. Hemen ardından da Mart 2020’de koronavirus ile tanıştık. Pek çok canın korku, kaygı ve güvenlik algısına ciddi tesirleri oldu bu virüsün. Bir o kadar da eve kapanmalar başlayınca, acıdan, rahatsızlıktan kaçma yollarımız olan pek çok şey yapılamaz oldu. Seyahatler, yeni tanışmalar, cinsellik, hobiler, topluluk içinde ev dışı yapılan pek çok şey iptal oldu. Dolasıyla kişilerin kendilerinden kaçabilecekleri pek bir alan kalmadı. Sert bir yüzleşme oldu pek çok kişi için. Bu sebeple terapiye başvurma oranları arttı diye düşünüyorum. Belki bu denli zorlu gözüken yaşam olayı, kişileri “gerçek’’ mutluluğun, huzurun, anlamın, canlılığın, ne olduğu ve olmadığı konusunda farkındalığa davet etti demek daha doğru olur. Elbette bu yolla olması ve bu denli ölümcül sonuçlar doğurmasını kimse istemezdi. Fakat bildiğimiz üzere olan, olur. Bizlere de bununla ne yapacağımızı seçmek kalır. Bazı canlar öncesinde bu tür içsel çalışmalar yaptıkları için, bu yaşam olayından çizikler alarak geçerken, bazı canlara ise daha derin yaralar açtı denebilir. Neticede benim yoğunluğum hizmet odaklı yaşayan bir can olarak -bence ‘’sağlık çalışanlarımız’’ kadar olmasa da- büyük bir efor kullandığımı söylemek mümkün… ki senin vasıtanla bu yazıyı gören okuyan her birine ve ailelerine tüm kalbimle minnetimi sunmak isterim. Bizler için yaptıkları özverili hizmet için minnettarım.
Koronavirüs sürecinde danışanların sana en çok hangi şikâyetlerle geldiler? Kadınlar ve erkekler arasında şikâyetlerin nevî farklı oluyor mu?
M.O.:
Merhaba Eşe.
Likya Yolu’nun bir kısmını Haziran ayında yürürken seni tanıdım ve hikâyenin birçok insan tarafından bilinmesini istedim. Tek başına, genç bir kadın olarak, 1 Nisan 2021 tarihinde Fethiye’den yola çıktın ve tam 77 gün sonra Geyikbayırı’nda yürüyüşünü bitirdin. Likya Yolu’nu tek başına bitiren başka bir kadın tanıdığım yok ve genellikle bu kişiler ya yabancı ya da erkek oluyorlar. Likya yolculuğuna tekrar döneceğiz ama öncelikle Eşe Güngör kimdir, senden dinleyelim.
EŞE GÜNGÖR: Merhaba öncelikle dünyadaki en güzel kelime, Merhaba. Merhaba, “benden sana zarar gelmez” demek. Ben Eşe, İzmir’de doğdum büyüdüm. 26 yaşındayım. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldum. Sanatsal bir insanım diyebilirim bir dönem tiyatroda yer aldım, resim yaptım. İlham perim geldiği zamanlarda şiir yazıyorum. Son zamanlarda felsefe ve psikoloji üzerine yoğunlaştım. Aynı zamanda şu anda yaşam koçluğu eğitimi alıyorum. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı zaten ve insana dair ne varsa öğrenmeyi seviyorum. Gezmeyi çok seviyorum. Otostopla, trenle, uçakla, aşağı yukarı 16 ülkede bulundum. Polonya’da 2 ay gönüllü olarak çalıştım. Her zaman gezmek, görmek yeni kültürleri tanımak için bütün olasılıkları sahneye çağırıyorum diyebilirim.
Likya Yolu’nu yürüme fikri nasıl aklına düştü? Daha önce benzer yürüyüşler yapmış mıydın?
E.G: Daha önce Likya Yolu’nu geliş-gidiş noktası olarak kullandım. Likya Yolu üzerindeki koylarda büyük kamplar veya festivaller düzenleniyordu. Ben de Likya Yolu’nu, kırmızı–beyaz çizgimizi ilk o zaman gördüm. Düzenlenen festivallerde bazen çalışıyor bazen de katılımcı oluyordum. Hatta 2016 tarihinde Büyük Boncuk Koyuna bir kampa giderken 11 kişi Likya Yolu tabelasını göremedik. Biraz karanlık olma durumu, biraz da bizim acele etmemiz sonucunda dağda kaybolduk. Ve ben, o an Likya Yolu’nun ne kadar önemli bir yol olduğunu anladım. Çünkü sabaha kadar dağda mahsur kaldık ve yolu ancak sabah bulabildik. Yine Kabak - Cennet koyu tarafını da bu şekilde, önceki senelerde birkaç kez yürümüştüm. Bu yürüyüşlerden sonra Likya Yolu’nu tamamen yürümek aklımın bir köşesinde yer etti. Sadece hep ileri bir tarihe atıyordum. Şu an hayatımı dünyanın her yerinden çalışabileceğim şekilde oluşturmaya çalışıyorum. Eğer başarabilirsem bu yürüyüşlerin, keşiflerin devamı artarak gelecek. Aslında 2020 yılında Likya Yolu’nu yürümeyi düşündüm lakin Temmuz ayına denk gelecekti ben de sıcak olacağı için tekrar yürüyüşümü erteledim. Ardından korona pandemisi patladı ve ben de aynı dönemde yurtdışında yaşamak için vize başvuruları yaptım. Vize sonuçları olumsuz geldi ardından şu soruları sordum kendime.
“Likya Yolu’nu yürümeyi daha ne kadar erteleyeceksin?” “O ilk adımı atmayı ne zaman başaracaksın?” “İlerde yapmak istediğin şeyler içinde hayal olarak mı kalsın istiyorsun?” “Nasıl bir yaşam planlıyorsun?” “Elalemin söylediklerini ve söyleyebileceklerini dışarda bırakırsam ben bunu gerçekten yapabilir miyim?” Ve sonunda ‘’Evet, ben en güzel zamanda Nisan ayında Likya Yolu’nu yürümeye başlayacağım” dedim.
Aslında arkadaşlarınla kaybolman sanki sana Likya Yolu ışığını yakmış gibi gözüküyor. Ve pandemi, yurt dışına çıkamamak gibi diğer olumsuzluklar da seni bu yolculuğa yöneltmiş. Öyle anlıyorum. Peki, başından beri tek başına yürümeyi mi planladın yoksa projelendirme aşamasında başkaları da olacak mıydı yanında?
E.G.:
Bunu ben söylemiyorum. Uzun süredir hayatını Bodrum’da sürdüren sevgili Merve İldeniz söylüyor. Dikkatimizi Anadolu’ya çevirmemiz gerektiğini ifade ediyor. Sosyal medya hesabında beni etkileyen şu cümleleri kuruyor:
“Şehirden daraldınız.
Evden daraldınız.
Bodrumda filan gözü olanlar için yazıyorum.
Artık çok geç.
Gerçekten.
Burada hiçbir şey alınamaz hale geldi
Çok uçtular, adeta delirdiler.
Bugün benim için oldukça hüzünlü bir gün. Evet, 17 Ağustos depremini halâ yaşıyoruz ve bu facianın yıldönümünde sosyal medya hesaplarında bol bol neden halâ gerekli önlemleri almadığımızı soruyoruz, “unutmadık” yazılarıyla korkunç görseller paylaşıyoruz... Yaptıklarımız çoğu zaman bundan ibaret. Neyse, bu konu uzar gider o yüzden hiç girmeyeceğim. Ama 17 Ağustos 2020 tarihi benim için aynı zamanda başka bir milat. “COVİD 19 VE GÜNEY’E GÖÇ” yazı dizindeki dördüncü röportajımı yaptığım kişi Elvin Tuygan, benim çocukluk arkadaşım. Bugün, 17 Ağustos’ta, bu ülkeden temelli ayrılıyor. Orta okul yıllarımdan beri hep “en iyi”’ler listemin başlarında olan can dostumla artık aynı ülkede olmayacağım yeni bir dönemin ilk günü… Bizim küçücük hayatlarımızda mini bir deprem… Pandemide sosyal görüşme kurallarımızın hepsi değişti elbette, zaten görüşmelerimiz büyük ölçüde sesli ve görüntülü oluyordu. Ama ne bileyim, binlerce kilometre uzakta değildik sonuçta. Bir yanım üzgünken, diğer yanım ise bu teknolojiyi hasret gidermek için daha iyi kullanacağımı kulağıma fısıldıyor. Eğer güvenli seyahat de geleceğimizde varsa, o zaman belki de daha sık, belki de yüz yüze görüşeceğimiz birkaç günü daha dolu dolu yaşayabiliriz; kim bilir?
Elvin de güneye göçenlerden. Ama anlamışsınızdır, Türkiye’nin güneyine değil… Aslında kendisi, pandemi sürecinden önce Fransa’ya taşınma ve Paris’e yerleşme kararını almıştı. Yani ülke değişikliği zaten aklında olan bir şeydi. Ancak Korona döneminde o da bu kararında bir değişiklik yapıp, büyük bir metropolde yaşama isteğini ve gerekçelerini gözden geçirdi. Artık Paris’te değil, Fransa’nın daha güneyinde bir yere yerleşmeye karar verdi… O da böylece güneye göçenler kervanına katıldı.
İşte bugün, onun başka bir ülkenin güneyindeki yaşamının ilk günü.
Yolu açık ve şansı çok bol olsun…
Elvin Tuygan
Yaş: 50
Meslek: Dijital antropolog
Sevgili Elvin, Türkiye’den göçme kararı aldın ve Covid-19 sebebiyle seyahat güvenliği yeniden sağlandığında gideceksin. Neden Türkiye’den gitme kararı aldın?
"Covid 19 ve Güney'e göç" yazı dişindeki üçüncü röportajımız sevgili dostum Hamsa Saraswati ile. Hamsa’nın bir ayağı zaten Fethiye’deydi, ama ne olduysa Covid 19 sürecinden sonra İstanbul’daki Yoga merkezini (Hara Yoga) kapatıp, Güney’e taşınmaya karar verdi. Hamsa benim Yoga camiasından yol-daşım, cevaplarını da o kendine has kıymetli bilgeliğiyle vermiş…
Yoga gibi geleneksel olmayan uğraşlardan hayatını kazananlar için bir şehirden diğerine göçmenin daha kolay olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak öyle değil… Ev değiştirmek, herkes için ne kadar zor/kolaysa, “yogacılar” için de o kadar zor/kolay… Sadece Yoga matınızı alıp gitmiyorsunuz, çoğu zaman ailenizi, alışık olduğunuz yaşam alanınızı, öğrencilerinizi, ticarî şirketinizi, kısacası her şeyi bırakıp yeni bir sayfa açıyorsunuz.
Şimdi Hamsa, sadece kendisi için değil, Fethiye’deki merkezine gelen herkes için doğayla daha iç içe, kendi özümüze daha yakın, sağlık ve şifa dolu bir yaşamın ipuçlarını veriyor, senelerdir bu alandaki deneyimlerini paylaşıyor. Güney’e göçerken, etrafımıza da ışık olabilir miyiz, bu sorunun en güzel yanıtını Hamsa veriyor.
Sevgili Hamsa, kısa süre önce İstanbul’dan Fethiye’ye taşındın. Bir ayağın daha önce de Fethiye’deydi diye biliyorum. Yani sanki senin Fethiye’ye yerleşme planın Covid 19 öncesindeydi, doğru mu?
Evet, hayatımın ilk tatilini 3 aylıkken Fethiye'ye yapmışım. Her sene, bazen yılda birkaç hafta burada olurduk. Daha sonra çeşitli doğa ve spor aktiviteleri için, en sonunda da yoga inzivaları için gelmeye başladım. Özellikle inzivalar için gelmeye başlayınca her dönüşte bir parçamı burada bıraktığımı hissettim.
Yapmayı hayal ettiğim şeylerle ilgili araştırma yaparım yer yer, sırf hayalimin ateşini canlı tutmak için. Öylesine Fethiye'deki kiralık ilanlara bakıyordum ve bu mekânı gördüğüm an yoga merkezinin tüm mimarisi ve işleyişi gözümün önünde canlandı. Bambaşka bir girişim için çektiğim krediyi, ani bir kararla Fethiye'de yoga merkezi açmak için kullandım. İki gün içinde imzalar atılmıştı.
Ardından da, geçen yıllarda inzivalar için mekanlarını kiraladığımız aile, bir arazileri olduğunu ve bize özel bir inziva mekanı inşa edebileceklerini söyledi. Bu zaten benim asıl amacımdı ve bu kadar kolaylıkla gelmesi çok güzel oldu, adeta yüzümüzü Fethiye'ye dönüşümüzü onayladı. Ben de hemen kabul ettim.
Şu anda Fethiye’ye yerleştin mi? Burada yaşıyor olmak sana ne hissettiriyor?
“Covid 19 ve Güney'e göç” yazı dizisindeki ilk röportajımı Papatya Akdağ ile yapmıştım (bkz. bir önceki yazı). Mart ayının soğuk bir sabahında eşi, çocukları ve dört ayaklı dostlarıyla birlikte arabaya atlayıp İstanbul’dan Seferihisar’a yeni bir hayat kurmaya gittiler. Elbette Güney’e göçme fikri onlarda hep vardı ama Covid 19 ciddi bir ateşleyici oldu. O günden beri hep yokluyorum, “Pişman mısın?” diye takılıyorum. Aldığım her cevapta her geçen gün daha mutlu olduğunu hissettikçe, mutlu oluyorum.
“Covid 19 ve Güney'e göç” yazı dizisindeki ikinci röportajımız Tuğba Tezer ile. Eşiyle birlikte Haziran ayında Foça’ya taşındılar. Bu röportajın sorularını, eşyalarını paketleyip kolileri üst üze dizerken yanıtladı.
Şimdi söz sevgili Tuğba’da…
Tuğba Tezer
Yaş: 35
Meslek: Yoga Uzmanı
Sevgili Tuğba, şu anda İstanbul’dan Foça’ya taşınmak üzeresin ve bu röportajı bu kadar sıkışık bir dönemde yapmayı kabul ettiğin için sana çok teşekkür ederim. Foça aslında her yaz gittiğin bir yer ama bu sefer farklı, buradaki evini kapatıp oraya göçüyorsun. Neler hissediyorsun şu anda?
Bazen uzun bir tatile çıkmak üzere gibi hissediyorum. Bazen sadece taşınma operasyonuna takılıp dakika dakika planlamaya çalışıyorum. Son aylarda yaşadıklarımız, yaşamımızı yönettiğimizi zannetmenin ne kadar gülünç bir varsayım olduğunu gösterdi. O yüzden bunu büyük bir hareket gibi değerlendirmek korkutucu geliyor, her gün yaptığım bir şeymiş gibi sakin kalmaya çalışıyorum.
Artık biliyoruz. Pandemi herkesin hayatında köklü değişikliklere neden oldu. Kimileri için bu değişiklikler sosyal mesafe kuralı ile kısıtlı kalsa da kimileri için şehir değiştirmeye kadar gitti. Her birimizin “yeni normali” kalın çizgilerle belirlendi. Mart ayının başında hayatlarımızın bu denli değişeceğini hiç düşünmemiştik. Alışveriş yapma şeklimizden, gıda seçimimize, dijital dünya ile haşır neşir olmamızdan farklı kucaklaşma biçimlerine dek, sanki tüm hayatımız alt üst oldu. Ancak burada Şems-i Tebrizi’nin bilinen sözünü hatırlatmadan geçemeyeceğim: “"Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?”
Daha mı iyi oldu, zamanla göreceğiz.
Covid 19 sürecinin hepimizde yarattığı ortak nokta hayatlarımızı sorgulamak oldu. Bulunduğum yerde mutlu muyum? Farklı bir yaşantı istiyor muyum? Ne gibi değişiklikler yaparsam daha tatminkâr bir hayatım olur? Bazılarımız hala bu sorulara yanıt arıyor ve ben bu sorgulamanın çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Özümüze dönüp, kişiliğimiz, hayallerimiz, ilgi alanlarımızla örtüşen bir yaşamın içinde olup olmadığımız üzerine tefekkür etmek, etrafımızda bize hizmet etmeyen, hayat kalitemizi düşüren ve hatta bize zarar veren etkenleri bulup bunlardan sıyrılmaya çalışmak, bazılarımız için sancılı olmuş olabilir.
Pandemi döneminde yukarıda belirttiğim sorgulamayı yapan birçok arkadaşım oldu. Bazıları radikal bir değişiklik yapıp, özlem duydukları hayata daha yakın olduğunu düşündükleri Güney’e göçtüler. Büyük bir şehrin Güney’ine… Her şeylerini toplayıp, kalabalık metropollerdeki evlerine kilit vurup, yepyeni bir yolculuğa çıktılar. Elbette, hepsinin aklında daha iyi bir gelecek, daha mutlu bir yaşam var.
Covid 19’un Güney’e göç konusunda bir etken olduğunu kendi çevremden gözlemleyebiliyorum. Ancak elbette şehir değiştirme kararı bir gecede alınan bir karar değildir hiçbir zaman. Güney’e göçen insanların bir süredir büyük şehirlerde yaşamaktan kaynaklanan bir mutsuzlukları zaten vardı ve Covid bir ateşleyici oldu. Var olan B planlarını hayata geçirdi.
4 bölümlük "Covid 19 ve Güney'e göç" röportaj dizisinde, hayatlarında radikal değişiklikler yapan insanlara sözü vermek istedim. Kimileri çocuklarıyla, kimileri çift olarak, kimileri ise tek başına bu adımı attılar. Neydi büyük şehirlerdeki sıkıntıları, gittikleri yerde uyumsuzluk yaşıyorlar mı, bu kararı nasıl aldılar ve şimdiki duygu durumları nedir? Tüm bu sorulara içtenlikle cevap verdiler.
“Covid 19 ve Güney'e göç” yazı dizisinin, bu hamleyi yapmak isteyenlere ufacık da olsa bir ilham kaynağı olmasını diliyorum. Elbette, gidenler yeni yerlerine yerleşeli pek az zaman oldu. Bu röportajları belki 6 ay, belki 1 sene, belki de 2 sene sonra tekrar yapmalı ve giden, aradığını buldu mu, hep birlikte görmeliyiz.
İlk röportajımız Papatya Akdağ ile. Eşini, çocuklarını ve dört ayaklı dostlarını alıp bir mart günü arabaya atladılar. İstikamet Seferihisar….
“Sevgili Kızım;
Mavi gezegende yarattığımız her can gibi, seni de özene bezene yarattık. Kendinde eksik veya kusur olarak gördüklerin aslında şeref madalyalarındı. Onları fırsata çevirebildiysen zaten eksik veya kusur olarak görmüyorsundur artık.
Mutlu olmak doğuştan sana verdiğimiz haktı. Aslında hak değil, bu dünyada var olma gayen... Hepiniz gibi… Biz senin nasıl mutlu olacağınla ilgilenmedik. Sana emanet ettiğimiz akıl ve bedenle, kendine en uygun mutluluğu bulman için kanatlarınla uçmana izin verdik. Zaman almış olması önemli değil. Çünkü zaman, sizlerin icat ettiği bir kavram.
Hayat amacınla ilgili çok farklı sözler duydun. Bunlardan tek bir tanesi doğru: O da burada şartsız sevmek ve sevilmek için bulunduğun. Sadece senin değil, herkesin anlamlı bir hayat yaşayabilmesi için gerekli olan tek şey bu. Tüm canlıların kaçınılmaz yöneliminin sevgi olduğunu anımsa. Bazı hayatlar, bunu hiç fark edemeden sönüp gidiyor. Biliyoruz, unvan, maddiyat, başarı, gözlerinizi kamaştıran yıldızlar oldu. Fakat o yıldızlar, içinizdeki uzay boşluğunda er ya da geç kayboldular.
Hayatının amacını bulana dek, sen de birçok yanlış yola saptın. “Keşke daha önce anlasaydım” diyerek üzülme. Söylediğimiz gibi, zaman bir ölçü değil. Yoldaki kaybolmalardır seni hakikate götürecek olan.
Ve oraya geldiğinde, aklını çelip kalbini gölgelemeye çalışanlar çok olacaktır. İzin verme. Sen, hep aşk yolunda yürü. Kararlıysan eğer, sevgi her zaman kazanacaktır. Esas olan sevgidir, kişilerse leziz bir pastayı güzelleştiren nadide süslemelerdir. Sev, aşk ol, o zaman hiçbir şey seni yıkamaz.
Ve oraya geldiğinde, etrafındakiler yavaş yavaş sonbahar yaprakları gibi dökülecekler. Dert etme. Hakikatı bulabilmek için, sana artık hizmet etmeyenlerin yolundan çekilmesi gerekiyor. Belki çok az varlık kalacak yanında, ama bil ki biz, aşk olabilmiş tüm canlıların ayaklarının altına çiçekler sereriz. İşlerini kolaylaştırırız. Şüphen olmasın, gerçek hayatı aşk olabilenler yaşayabilecek ancak.
Ruhunun büyüyeceğini bildiğimiz yeni yaşında kanatlarımızın altında olmaya devam edeceksin. Sana iyi gelen kararları vermen için iç sesin olacağız. Bazen de fısıldamamıza rağmen başka yöne gitmeyi tercih edeceksin. O anlarda kendini ve diğerlerini affedebilmen için sana güç göndereceğiz. Bil ki, doğru ve yanlış, sizlerin kullanmayı sevdiği sözcükler. Senin sözcüğün tek olsun: sevmek.