Eczacıbaşı Holding’in başkanı Bülent Eczacıbaşı, Türk iş dünyasının önde gelen isimlerinden biridir. 1970’lerden bu yana için içinde olması, TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) ve benzeri kuruluşlarda önemli görevler almasının yanı sıra sosyal sorumluluk projelerine de imza atmasıyla öne çıkmıştır. SKY Türk’te sevgili Murat Sabuncu ile başladığımız CEO Club programının ilk konuğu Eczacıbaşı oldu. Program öncesi ve sonrasında yaptığımız sohbette çok önemli değerlendirmeler dinleme şansımız oldu. Çok sayıda ilginç saptamasının altını çizmek mümkün. Ancak, ben iki görüşüne dikkat çekmek istiyorum:
[[HAFTAYA]]
‘Ekonomi için muhafazakâr değiliz’
Birincisi, ekonominin, daha doğrusu Türk ekonomisinin 2012 rotasıyla ilgili çok olumsuz değil. ‘Muhafazakâr davranacağımız bir yıl olmayacak’ diye başlayan sözlerini şöyle tamamladı: ‘Türk ekonomisi için kötümser değiliz.’ Bu saptamanın içinde altını çizdiğim bir başka görüşü ise ‘Aldığımız önlemler sayesinde ekonomideki sıkıntılar karşısında elaman azaltmaya yönelik stratejilere gitmiyoruz’ oldu. Eczacıbaşı’nın bu görüşünü başka grupların patronlarından da duyuyor ve çok önemli buluyorum. ‘Yangında ilk kurtarılacak’ benzeri ‘krizde ilk terk edilecek’ değerler artık insan gücü olmamalı.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, birkaç ay önce, ‘Türk vatandaşının yüzde 45’i, her ay kazandığından daha fazla harcama yapıyor’ değerlendirmesini yapmıştı. Bu açıklamadan sonra önlem olarak kredi kartıyla harcama ve para çekimine kısıtlamalar getirildi. Böylece, ‘hazır para’ mantığı ile harcamaya fren getirilmek isteniyor. Hafta içinde konuştuğum bir bankacı, kredi kartına getirilen sınırlamalardan sonra ‘ihtiyaç kredilerine’ yönelme olduğunun altını çizdi. Sınırlama öncesi parası bittiğinde kredi kartından çeken vatandaş, şimdi ihtiyaç kredisine yöneliyor.
[[HAFTAYA]]
Kredi kartının yerine alınıyor
Ben de etrafımda benzer bir eğilim gözlemliyorum. Elinde birkaç kredi kartı olan, birinden çekip diğerine yatırıp hayatını sürdüren arkadaşlar, yeni uygulamayla birlikte zorlanmaya başladılar. Zaten ihtiyaç kredisine ilgi vardı, kredi kartından umudunu kesenlerle birlikte talep iyice güçlenmiş. Benim konuştuğum banka genel müdürü, ‘İhtiyaç kredisi almak çok kolay. Bir kefil, bir bordro ile krediyi bir gün içinde alabiliyorsunuz’ diyerek arkadaki gerçeğin altını da çiziyor. Serbest piyasada bankacılara, ‘Kredi vermeyin’ denilemez. Ama bankacılar bir miktar daha özenli davranıp, bu tip kredi taleplerini bir şekilde engelleyebilirler.
Sosyal patlama riski
Dün sabah saatlerinde Zorlu Grubu’nun patronu Ahmet Zorlu’nun açıklamalarını dinledim. “TL’nin yeniden değerlenmeye başlaması bizim altımıza dinamit koyulmasıdır” diyordu. Açıklamasının bir yerinde de şunu söylüyordu: “Yılın ilk üç ayını kazasız atlatırsak Türkiye’nin notu artırılabilir.” İhracat ağırlıklı şirketlere sahip olan Ahmet Zorlu’nun ‘TL’nin değerlenmesine’ karşı çıkmasını normal karşılamak gerekiyor.
Bu nedenle açıklamasının ilk tarafında sorun yok. Ancak, ekonomide işlerin yolunda gitmesiyle birlikte not artırılacağını tahmin etmesi ve beraberinde TL’nin yüksek kalmasını temenni etmesi biraz çelişkili görünüyor. Türk Lirası’nın geçmiş eğilimlerini yakından izleyenler, dünya ve Türk ekonomisindeki iyileşme ile birlikte değer kazandığını da bileceklerdir.
[[HAFTAYA]]
Para girişi hızlanırsa!
Ekonomide işler iyi gittiğinde Türkiye’ye hisse senedi ya da tahvil için fon girişi olur, bu da TL’ye değer kazandırır. Son birkaç haftadır da bunun örneklerini görüyoruz. TL’ye büyük ölçüde, kısmen de hisse senedine giriş var. Faizler yüzde 11’lerden yüzde 10.30’lara, dolar da 1.92’lerden 1.82’lere kadar geriledi. Türk Lirası, 1 Kasım 2010 ile 22 Ağustos 2011 arasında gelişmekte olan ülkeler arasında değeri en çok düşen para birimiydi. Bu dönemde yüzde 25 değer kaybetmişti. O tarihten sonra, 5 Ocak 2012’ye kadar geçen sürede yüzde 5’in altında değer kaybetti.
Dergilerde yürüttüğüm yöneticilik gereği şirketlerle iş amaçlı toplantılar yapıyorum. Bir yandan da içerik ve sohbete yönelik toplantılarda CEO ya da işadamlarıyla bir araya geliyorum. Özel gece ve etkinlikleri de unutmamak gerekiyor. Böyle bakınca çok sayıda şirket genel müdürü, patron ya da üst düzey yöneticiyle karşılaşma, bir şekilde ekonomi ve iş dünyasındaki gidişi konuşma şansım oluyor. Bu hafta iki banka genel müdürü ve birkaç CEO ile konuştuktan sonra, önümdeki not kağıdına şunu düştüm: ‘İyi de herkes büyüme planı yapıyor. Peki bu ekonomi nasıl daralacak?’
[[HAFTAYA]]
Piyasada neler oluyor?
Son birkaç ay yaptığım sohbetlerde ve dergiler için hazırlanan söyleşilerden aldığım notlar şöyle:
1. Bankalarda büyüme, daha doğrusu kredi büyümesi yüzde 15-30 arasında olacak. KOBİ (küçük ve orta boy işletme) kredilerinde ise yüzde 40’ı buluyor.
Geçen hafta konut sektöründeki sıkıntıları, ortalıkta dolaşan dedikoduları yazmıştım. Sektörün içinden insanların bu tür söylentilere, şirketler hakkında ‘zordaymış’ ya da ‘çekleri dönüyormuş’ gibi laflar çıkarmasının yanlış olduğuna dikkat çekmiştim. Sektörün zor bir dönemden geçtiği ortada... Kredi faizleri yüzde 0.76’lardan yüzde 1.20’lere kadar yükseldi. 10 yıl vadeli, 100 bin liralık kredide bu, 30 bin liradan fazla maliyet anlamına geliyor. Acil ihtiyacı olmayan ya da fırsatını yakalamayan birinin konut alması, bu koşullarda çok kolay değil.
[[HAFTAYA]]
Kredilerde yavaşlama var
Bunun yansımalarını da konut kredilerine yönelik talepte görüyoruz. Eylül ayından bu yana rakamlara bakınca sektörün ‘frene’ bastığı ortaya çıkıyor. Konut kredilerindeki aylık artış miktarı normalde ayda 1 milyar lirayı buluyordu. Ancak, son dört aydır bazı aylarda azalma, bazı aylarda ise hafif artışlar var. Eylül 2011’de 68 milyar 252 milyon TL’ye ulaşan konut kredileri, yılı 69 milyar 622 milyon lira ile kapattı. Garanti Mortgage Genel Müdürü Cemal Onaran’dan aldığım bilgiye göre; sektörün yıllık büyümesi yüzde 21.09, ilk yarı büyümesi ise yüzde 16.13 oldu. Ancak, dikkati çekmek isterim, ikinci yarı büyümesi yüzde 5 düzeyinde kaldı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, hafta başında yükselen faizler nedeniyle çok sert bir çıkış yaptı: “Şu anda faiz lobisinin çalışması, atağı var. Faiz lobisine gerekli köşeli, sert çıkışları yapacağız. Çünkü, biz faiz lobisini bu kadar rahat çalıştıramayız.” Başbakan’ın bu açıklamalarının hemen ertesi günü hem dolar hem de faizler düştü. Özellikle dolarda ciddi düşüş oldu, 1.90’ların üstünden 1.84’lere kadar indi. İşin doğrusu ben başından beri Merkez Bankası’nın ‘sözlü’ ve ‘doğrudan’ müdahaleleri, biraz da kendini bağlaması nedeniyle 2.0 TL düzeyine ‘barikat’ kuracağının altını çiziyordum. O nedenle ciddi bir yükseliş beklentisinde hiç olmadım.
[[HAFTAYA]]
Düşüşün perde arkası
Ancak, dürüst olmak gerekirse hızlı bir şekilde 1.84’ü de beklemiyordum. Aslında kimse de beklemiyordu. Bununla birlikte faizlerde de düşüş olunca, ortalıkta ‘Başbakan sert konuşunca faizler düştü’ efsanesi yayılmaya başladı. Dün gösterge faizi yüzde 10.99’a kadar gerilemişti. Peki bunlar Başbakan’ın konuşmasından mı kaynaklandı? Bunun nedenlerini birkaç başlıkta ortaya koymak mümkün:
2008 yılındaki krizin ilk dalgasında bazı bankalar kötü sınav vermişlerdi... Anadolu’daki KOBİ (küçük ve orta boy işletme) toplantıları ve düzenlediğimiz diğer etkinliklerde buna tanıklık etmiştik... Bazı bankalar, deyim yerindeyse, ‘baltalar elimizde’ yöntemiyle kredilerini kesmişti. Bunun bedelini ödeyen, KOBİ’ler oldu. Ama bazı bankalar da bu süreçten yara ve ders alarak çıktılar... O nedenle son birkaç yıldır bu işi daha özenli yapıyor, ‘kafa göz yarmadan’ ilişkilerini yürütüyorlar. Pazar günü Sabah gazetesinde bu yönde haberler görünce iki nedenle şaşırdım: 1. Bütün bankaların hedefinde KOBİ’de büyümek var. Bazılarında bu hedef yüzde 30’ları da aşıyor. 2. Anadolu’nun büyük şirketlerine ise herkes kredi vermek istiyor. Boydak, Naksan, Konukoğlu gibi şirketlerin böyle bir sorunu yok.
[[HAFTAYA]]
Peki gerçekten neler oluyor?
Öncelikle önemli bir gerçeği, önde gelen bir Anadolu grubunun patronunun ağzından ortaya koyayım: “Merkez Bankası faiz oranını yüzde 5.75’te tutuyor ama ortada faiz koridoru var. Yüzde 12 ile koridor açıldığında, maliyet ve kârla birlikte KOBİ’lerde faiz yüzde 18-20’ye kadar çıkıyor. Bu oranla da kimse kredi kullanmak istemiyor.” Gerçekten de böyle bir gerçek var. Geçen hafta konuştuğum önemli bir bankacı da KOBİ’ler için faizlerin yüzde 20’lere ulaştığını söylemişti. Biraz riskli olanlar, ya kredi alamıyor ya da birkaç puan yükseğine razı oluyorlar.
Türkiye’de şirket ve girişimci sayısıyla ilgili rakamları tam olarak bilmek mümkün değil. Keşke Türkiye İstatisik Kurumu (TÜİK) gibi bir kurum her yıl bu rakamları, anonim/limited şirket ve şahıs şirketi bazında açıklasa da biz de yakından izleyebilsek... Neyse, aslında ben bunu değil, Türkiye’deki şirketleri yakından ilgilendiren önemli bir konuyu yazmak istiyorum.
Son paylaşılan verilere göre; Türkiye’de 700 bin limitet, 80 bin kadar da anonim şirket var. Temmuz 2012’de yürürlüğe kademeli olarak girecek Türk Ticaret Yasası’ndan sonra bu 780 bin şirketin önemli bölümünün hayatı değişecek... Kurumsal olmuş, belli bir yönetim düzeyine ulaşmış şirketler dışındakileri gerçekten zorlu bir süreç bekliyor. Önümüzdeki dönemde bu konuda uyarıcı yazılarım olacak. Ancak, önce “Patronlar artık şirketlerinden rahat rahat para çekemeyecek” diye başlamak istiyorum.
[[HAFTAYA]]
Kötü patron herkese zararlı