Egzersiz uçurumu’ diye bir makale gördüm New York Times’ta. Kadınların günlük hayattaki koşturmadan dolayı erkekler kadar egzersiz yapamadığı, spora zaman ayıramadığını anlatıyor.
Erkeklerin yüzde 43’ü haftalık egzersiz hedeflerini tuttururken, kadınlarda bu oran yüzde 33’müş. Üstelik bu durum sadece ABD’ye özgü değil. 147 ülkede yapılan araştırmalar, kadınların her yaşta erkeklerden daha az hareket ettiğini söylüyor. Ama durun, “Kadınlar yeterince çaba göstermiyor” ya da “Ev işleri eşit paylaşılmıyor” gibi modern zamanların gözde bahanelerine sarılmadan önce bir düşünelim. Egzersiz eşitliği denilen şey, modern dünyanın gerçeklikten kopuk eşitlik hayalinin bir sonucu olabilir mi? Kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik, sosyal ve kültürel farklılıklar, yaşamın her alanında doğal bir rol dağılımı yaratıyor. Kadınların aile içindeki yönlendirici, düzenleyici ve besleyici rolleri, asırlardır toplumun temel taşlarından biri. Modern hayat ise bu rolleri sorguluyor, ters yüz ediyor ve herkese eşit sorumluluklar yüklemeyi öneriyor. Ama kadınlar iş hayatına tam zamanlı katılırken, ev içindeki geleneksel sorumluluklar pek değişmedi. Kadınların omuzlarındaki yük katlanarak arttı. Egzersiz eşitliği çağrıları da işte bu dengenin bozulmasının bir yansıması.
ÖNCELİKLER MESELESİ
Erkekler ve kadınlar farklı önceliklere sahip, farklı motivasyonlarla hareket ediyor. Erkekler genelde egzersizi bir kaçış ve kendilerine özel bir alan olarak görüyor. Kadınlarsa, içgüdüsel olarak çevresindekilere öncelik veriyor ve kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atıyor. (Anayız biz ana!!!) Bunu modern dünyada yanlış bir davranış gibi göstermek yerine, belki de bu doğal eğilimin toplumun sağlıklı işleyişine katkısını kabul etmeliyiz. Kadınlar ve erkekler bire bir aynı olmak zorunda değil. Hayattaki rollerimiz ve önceliklerimiz farklı. Dünyanın en ayrıcalıklı kesiminde yer alan aktris Jennifer Aniston, yıllar yılı ‘erkek gibi’ spor yapmanın sağlığına faydadan çok zararı olduğunu itiraf etmişti! Kadınların modern hayatın tehlikelerine karşı ‘sağlıkları için’ daha fazla hareket etmesi gerektiği bir gerçek. Ama mesele “Daha çok egzersiz yapın!”, “Erkekler kadar egzersiz yapın” demek değil. Asıl mesele kadınlar bunu hayatlarının neresine sığdıracak? Belki de modern dünyanın yapması gereken, kadınlara “Sen neden yapamıyorsun?” demek yerine, onların gerçekliklerini anlamak ve destek olmak. Modern eşitlik dayatmaları, kadınların zaten yeterince ağır olan yüklerinin altına bir yenisini eklemekten başka bir işe yaramıyor. Ayrıca zayıflama iğnelerini en çok kadınların kullanıyor olmasında da egzersiz uçurumunun bir payı olsa gerek...
Geleceğin moda ikonları sahnede: Koza 2024
Evet. Yılın o zamanı geldi. People dergisi Yaşayan En Seksi Erkeği ilan etti. Aktör John Krasinski seçildi. En seksi erkekler listesinde Selena Gomez’in sevgilisi Benny Blanco da var. Bir zamanlar seksapel, yalnızca fiziksel cazibe ve belirli estetik standartlarla tanımlanıyordu.
Ama dünya değişiyor, özellikle de Z kuşağı sayesinde. Bu yeni nesil, seksiliğin dış görünüşten çok daha fazlası olduğunun farkında; samimiyet, şefkat ve koşulsuz desteği içerdiğini biliyor. Normalde en erken 30’lu yaşlarda yakalanan bu farkındalığa sahipler. John Krasinski, bu yeni seksapel anlayışının en parlak temsilcilerinden biri. Karısı Emily Blunt’a toplum içinde göstermekten çekinmediği sevgisi ve destekleyici bir koca olması, onu sadece bir Hollywood yıldızı değil, modern romantizmin sembolü haline getirdi. Özellikle Blunt’ın geçen yıl Oppenheimer filmiyle yakaladığı büyük başarısında onun en büyük destekçisi oldu. Kırmızı halıda her zaman yanında durdu. Krasinski’nin cazibesi, yalnızca yakışıklılığında değil, kalbinde saklı.
DUYGUSAL ZEKA CAZİBESİ
Ödül törenlerinde Blunt’a duyduğu hayranlığı dile getirdiği anlar ya da birlikte kurdukları hayata duyduğu minnetle, seksapelin içeriğini yeniden tanımladı. Bu tür bir bağın Z kuşağına hitap etmesi hiç şaşırtıcı değil. Onlar, ‘iyi bir kalp’ ve ‘anlayış’ gibi kavramları çekici buluyor ve aşklarında samimiyetle birlikte duygusal zeka arıyorlar. TikTok gibi platformlarda, genç kadınlar artık düşünceli erkeklere olan hayranlıklarını ifade ediyor. “Tipin ne?” sorusuna “Anlayışlı biri” cevabını veren bir nesil, eski güzellik klişelerini yıkıyor. Bu bilinçli yaklaşım, sadece bireysel ilişkilerde değil, aynı zamanda toplumsal algılarda da devrim yaratıyor. Z kuşağı, iyi bir sevgilinin nasıl göründüğünden çok, nasıl hissettirdiğine odaklanıyor. Sadakatinin yanında Krasinski’nin kendi kariyerinde de skandallar olmaması, hep kendini geliştirmesi, her türlü rolde oynaması, çok iyi iki kız babası olması; yakışıklılık ve yeteneğin anlamlı, çabalı ve dengeli bir hayatla desteklenmediğinde tek başına artık hiçbir şey ifade etmediğinin kanıtı. Gerçek cazibe, birinin gözlerindeki ışığı görmek değil, o ışığı sizinle paylaşabilmesinden geliyor çünkü.
DAĞIN ETEĞİNDE DOPAMIN TERAPİSİ
İnsan’ Arapça bir kelime. Arapça ‘unutmak’ anlamına gelen ‘nisyan’ kelimesinden türetiliyor. ‘İnsan, nisyan ile malüldür’, yani ‘Unutkanlık insan halidir”, “İnsanı insan yapan unutmaktır” sözünün özü, kelimelerde saklı. Unutmadan yaşayamayız çünkü. Evrimsel olarak da her duruma adapte olup başımıza gelen her felaketi geride bırakarak neslimizi kurtarmamızın hikmeti, unutabilmemizden geliyor.
İşte insan hafızasının bu hayat kurtaran özelliğinin en gelişmiş versiyonu yapay zekada mevcut. Hiçbir bilgiyi unutmuyor. Bu bilgiler arası bağlantı kurabiliyor. Onunla hafıza olarak yarışmamız imkansız kere imkansız. Yapay zekanın alametifarikası tam olarak bu. İnsanda olmayan ama ‘en insansı’ özelliğe sahip olması. Bu özellik artık hayatımızın tam ortasında. Aktif olarak kullanmıyor olsanız bile yapay zeka (AI) dünyasında yaşadığınıza emin olabilirsiniz. Tüm açık kaynak bilgilerimiz AI araçlarına veri olarak her an depolanıyor çünkü.
HARMANLAMA BECERİSİ ŞART
Bu sayede yapay zeka uygulaması ChatGPT verilen bilgilere dayanarak beş dakikadan kısa sürede bir özgeçmiş hazırlayabiliyor. Hatta geçenlerde bir adam bir AI uygulaması sayesinde 24 saatte 10 bin iş başvurusu yapıp 50 mülakata çağrıldığını açıklamıştı. Başlıktaki mesleği anlatmadan önce bu bilgilerle bir arka plan çizmek istedim. Uygulama-otomasyon şirketi Zapier sayesinde AI uzantısı yeni bir meslek oluştuğunu fark ettim. İşe alım sırasında artık AI ile insan üretimini ayırt edebilen uzmanlar türüyor. AI tarafından yazılmış bir özgeçmiş veya başvuru mektubunun farkını anlayabiliyorlar. Sadece AI üretimi bir sunum hazırlayanları yakalıyorlar. AI kullanmak yasak değil. Ama uzmanlar, bunun “kişinin AI tarafından üretilen içeriği kendi fikirleriyle nasıl harmanlayacağını bilmediğini gösterdiğini” belirleyerek bu kişileri ayıklayıp eliyor. Çoğu sektörde bu tür uzmanlar çoğalacaktır. AI’ın kullanım alanının sınırları, günlük hayatı manipüle etmeye çalıştığınız yerde bitiyor ve bitmeli zaten. Bu çağ, AI çağı değil, onu en iyi kullananların çağı.
ELTON JOHN HAMURİŞİ YEMİYORMUŞ
Hayatın içinde kaybolurken New York’un sokaklarında topuklu ayakkabılarıyla salınan Sex and the City kadınları Carrie, Samantha, Miranda ve Charlotte ile Londra’da kendi kendine yetmeye çalışan, kâh özgüven yoksunu kâh özgüven bombası Bridget Jones... Bu kadınların ortak noktası, mükemmellik algısını yıkan, kusurlarını ortaya koyan karakterler olmaları. Yani hepimize benzer olmaları, her devrin kadını için birer arketip olmaları. 1990’ların sonu ve 2000’lerin başında devrim gibi algılanan bu kadınlar, ilişkilerdeki kırılganlıkları ve güçlü dostluklarıyla bugünün dünyasında yankı bulabiliyor. Bu kadınlar, sosyal medyanın filtreli gerçekliğinin hüküm sürdüğü bir dönemde, Z kuşağına, hayatın karmaşasına bir filtre olmadığını hatırlatıyorlar çünkü. Bugünün gençleri, özgürlük arzusu, mükemmel görünme baskısı ve toplumsal beklentiler arasında sıkışmışlık yaşıyor. O nedenle ‘şişman ve yalnız ölmekten korkan’ Bridget Jones’un kendiyle alay edebilme becerisi, gençlerin bu karakterle bağ kurabilmesini sağlıyor.
BASKIDAN KAÇIŞ YERİ
Gündemleri arkadaşlık, kariyer, aşk ve cinsellik konularından oluşan Sex and the City kadınlarının arayışları, halen ve tüm zamanlarda kadınların aradığı şeyler. Stilleriyle halen giyimde ilham kaynağı olurken, Z kuşağı için bu kadınlar aynı zamanda kendini bulma yolculuğunun da güncel kalabildiğinin kanıtı oluyorlar. Geçen yıllarda bu başroller tek tek ele alınıp iptal kültürü değerleriyle yargılanmıştı. Yani anakronizme uğramışlardı (Bkz. 29 Eylül 2024 tarihli yazım). Ancak bu yaklaşım uzun ömürlü olmadı, neyse ki. Çünkü o dönemki yaklaşım ‘dijital ekran anayasasına’ göre uydurulan ve gerçekle alakası olmayan kalıp değerlere bu kadınları sığdıramadıklarından kaynaklanıyordu. Bugün sosyal medyada her gün parlatılan mükemmel influencer paylaşımları nedeniyle kendini tehdit altında ve yetersiz hisseden Z kuşağı, bu baskıdan kaçmak için hatalarıyla barışık, gerçek kadın karakterlere sığınır oldu. ‘Carrie Bradshaw’un dediği gibi, “Hayaller değişir, moda gelir geçer ama dostlukların modası asla geçmez.”
KORKMAK İÇİN ORTAK BİLİNÇALTI GEREKLİ
Komedyen Gökhan Ünver, Hollywood korku filmlerinin bize dandik gelmesi ve inli cinli hikayelerden çok korkmamıza dair müthiş tespitleri şovunda o kadar iyi işliyor ki. Çünkü korku filmleri, aslında bir toplumun bilinçaltına açılan küçük bir pencere. Bir ülkenin hangi yaratıklardan, hangi efsanelerden veya hangi gizemli güçlerden korktuğuna bakarak, o toplumun değerlerini, inançlarını ve kültürel kodlarını anlamak mümkün. Hollywood korku filmlerinde genellikle hayaletli evler, psikopat katiller ve karanlık güçlerle mücadele eden kahramanlar ön planda olur. Orta Doğu’da ve Asya’da korku sineması bambaşka bir damardan beslenir: Cinler, lanetler ve kara büyü. Bu ay galasına gittiğim Sijjin gibi filmler de işte böyle bir hikaye sunuyor. Irma’nın yasak aşkı yüzünden cinlerle çevrili karanlık bir dünyaya adım atması, izleyiciyi yalnızca korkutmakla kalmıyor. Aynı zamanda gelenek, yasak ve doğaüstü ile şekillenen bir kültürel bakış açısını da yansıtıyor. Kısacası, bir kültürün neye korkuyla yaklaştığına bakmak, onun neyi kutsal saydığı, hangi sınırları aşmak istemediği hakkında da bize çok şey söylüyor.
OPERA İHRACATINA BAŞLADIK!
Türk operasının büyük ustası Devlet Sanatçısı Okan Demiriş’in IV. Murat operası, yurt dışına çıkan ilk büyük Türk operası oldu. Osmanlı’nın önemli padişahlarından Sultan Murat’ın hayatını konu alan ‘IV. Murat’ operası, 2024 Türkiye Macaristan Kültür Yılı kapsamında Budapeşte’de sahnelendi. Bu gelişmeyi, Demiriş’in kızı olan deneyimli halkla ilişkiler yöneticisi Arzu Demirer duyurdu.
ABD gibi dev bir sahnede her dört yılda bir sahneye çıkan başkan adayları, adeta büyük bir Broadway prodüksiyonunun başrol oyuncuları gibidir. Bu yıl perdeler açıldığında, Trump geri dönmüştü ve bu kez sahnede galip olan oydu.
Evet, birçoğumuz gibi ben de sahne arkasında olup bitenleri izlemeyi seviyorum, özellikle de ABD başkanlık seçimlerinde. Her hareketin, her sözün tüm dünyada yankı bulduğu bir yarış bu. Ancak bu yıl Amerikan halkının neyi, kimi ve neden seçtiğine baktığımda, kafamda tek bir düşünce beliriyor: Kibir her zaman kaybettirir.
Peki, Kamala Harris bu yarışı neden kaybetti? Başkanlık yolunda, önce Joe Biden’ın yaşının ve sağlık durumunun yarattığı güven erozyonu vardı. Sonra da Harris’in kendini halkın üzerine koyan havası. Halk, Biden ve Harris ikilisini izlerken, güvencenin yerini bir yorgunluk hissi aldı. Her seçimde olduğu gibi, ekonomi yeniden her şeyin üzerine çıktı. Sınır politikaları, göçmenlerin akışı derken, halk güven aradı, geleceklerini tehdit altında hissetti. Trump’ın duvar söylemi, zamanında abartılı görünse de birçok ABD’liye eski günleri arattı.
Trump bu seçimlerde bir suikast girişiminden yaralı kurtulmuştu.
EN BÜYÜK DEĞER ‘PARA’
ABD’de Mark Longo’nun baktığı sincap Peanut’a eyalet yönetimi önce el koydu, sonra zavallı hayvanı öldürdü. İşte o Peanut, ABD’de şu günlerde kıran kırana geçen başkanlık seçimlerinin ‘malzemesi’ oldu. Peanut’ı öldüren New York eyaleti, Demokratlar tarafından yönetiliyor. Yani başkan adayı Kamala Harris’in partisinden. Cumhuriyetçiler, yani başkan adayı Donald Trump’ın destekçileri, bu konuyu Demokratlar aleyhine kullanıyor. Longo ihbar edilmişti. Yetkililer de yaban hayatı hayvanının lisanssız bir şekilde evcilleştirilemeyeceği gerekçesiyle baskın düzenlemişti. Peanut’ı aldılar. Sosyal medya fenomeni olan Peanut’ın geri bırakılması için kampanya düzenlendi. Ama bu sırada ‘uyutulduğu’, yani ‘öldürüldüğü’ haberi geldi. Nedeni de baskın sırasında bir görevlinin elini ısırması ve kuduz testi yapılması için uyutulması gerekmesi! Sosyal medya ayağa kalktı tabii. Trump yanlısı bir site, Trump’ın ağzındanmış gibi bir kınama metni yayınladı. Trump inkar etse de artık çok geçti. Çünkü malum “Şüyuu, vukuundan beter”dir. Hayvanı karantinaya almak varken öldürmek çok radikal bir karardı. Ama gerçekten birini ısırdıysa ve kişinin kuduz tehlikesi varsa bu karar tüm tepkilere rağmen alınabilecek bir riskti.
‘HAYVAN HASSASİYETİ’ SAVAŞI
Eyalet yönetimi kamu kaynaklarını zavallı hayvanlar üzerinde kötüye kullanmakla suçlandı. Trump’ın oğlu da evcil bir sincabı öldürüp ‘katil ve tecavüzcülerden oluşan’ 600 bin göçmene izin veren Demokrat yönetimi (Joe Biden yönetimini) hedef aldı. “Masum hayvanlar yerine gerçek sorunlarla uğraşın” demeye getirdi. Tek sorun, bu konunun muhatabının New York eyaleti olmaması... Seçmeni gazlamak için “Yersen” temalı tüm tuşlara basıldı yani. Cumhuriyetçiler’in “çocuksuz kedi kadınları” toplumun geleceği için tehdit ilan etmesi üzerine başlayan hayvan hassasiyetini Demokratlar’a karşı kullanmaya çalıştılar. Tipik bir ‘demokrasi neferi’ ABD seçimlerinde görülebilecek tüm rezillikler görüldü bu seçimde de. Tam bir “Sen Abdülhamid’i savundun” sahnesinin ABD ayağı yaşandı. Kamala Harris’in Beyonce, Jennifer Lopez, Usher gibi ünlü yıldızları yanına alıp müsamereden bozma mitingler düzenlemesi, Biden’ın akıl sağlığının yerinde olmadığını bildiğinin ortaya çıkması, her köşeye sıkıştığında dört yıldır görevde olmayan Trump’ı suçlaması apayrı fiyaskoydu. Kedi kadınlarla sincap dostları seçim sonuçlarına nasıl etki edecek, göreceğiz.
NESİLLER BOYU AKTARILAN MEZE MİRASI
Geçen hafta sonu Antalya’da tam bir meze rüyasının içine düştüm! Akra Hotels’in düzenlediği Uluslararası Meze Festivali’nde, hem Anadolu’nun hem dünyanın dört bir yanından gelen mezelerle lezzet dolu bir serüven yaşadık. Mezenin ardındaki kültür, tarih ve hikayeleri iki gün boyunca düzenlenen panellerde keşfettim. En çok Nur Başnur’un “Anadolu’da Kaşığın Arkeolojisi” panelinden etkilendim. Çatal bıçak öncesinde sofraların yıldızı olan kaşık, Türk kültüründe ne çok anlam taşıyormuş. Kars kaşarının Boğatepe köyündeki doğayla iç içe üretim hikayesini dinlerken, mezelerin sadece birer yemek değil, kültürün sesi olduğunu fark ettim. Şölen havasında hazırlanan tadım etkinliğinde her bir mezeyle farklı bir hikaye ve kültürle tanışmanız mümkündü.
KAŞIKLA BAŞLAYAN YOLCULUK
İsviçre’de insanlar daha sonra harcamak üzere ‘zaman’ biriktiriyor. İsviçre hükümeti, ‘zaman bankası’ uygulaması yapıyor. Bu banka, yaşlılara ve bakımlarına yardım amaçlı bir teşvik paketi.
Gençler gönüllü olarak yaşlı bakım hizmeti veriyor. Ne kadar hizmet verilirse o kadar ‘zaman’ kazanılıyor. Yani o genç yaşlandığında, yaptığı gönüllülük kadar bakım hizmeti almayı hak ediyor. Bir nevi yaşlılık için depozito oluyor bu gönüllülük. Sosyal güvenlik hesaplarına ‘vakdi nakit’ olarak yatırılıyor. İsteyen yaşlandığında bu parayla yardım almak yerine onu nakde çevirip harcayabiliyor. Benzer bir uygulama Çin’de de var. Genç gönüllüler yaşlı bakımında yer aldıkları her saat başı ‘bir birim’ para kazanıyor. Bu parayı 60 yaşından itibaren geri alma hakları var. Veya yaşlı diğer yakınlarına bağışlama imkanları oluyor. 10 bin birim para biriktiren, yaşlandığında devlete ait bir bakım evinde ücretsiz konaklama hakkı elde ediyor. Dünyada nüfus hızla yaşlanıyor. Bu hafta başında POSTA arka kapağına manşet yaptığımız hüzünlü haberi görmüş olabilirsiniz.
YAŞLANINCA İADE
Japonya’da bir köyün nüfusu o kadar azalmış ki yalnızlık çekmemek için gerçek boyutlu kuklalar yapıp köyün çevresine yerleştirmişler. Bugün dünyada her 10 kişiden biri 65 yaşın üzerinde. 2050’de bu oran her altı kişiden biri olarak yükselecek. İnsan ömrü de sürekli uzama grafiği çiziyor. Yani yaşlı bakımı her zamankinden daha önemli olacak (Sağlıklı yaşlanma için longevity teknolojisi de bu yüzden büyük bir pazara dönüşüyor). Zaman bankası fikri harika bir sosyal sorumluluk projesi aynı zamanda. Ama nüfus artış hızı azalıyor. Fakat bugünkü gençler yaşlandığında kendilerine bakmak isteyecek genç oranı bugünden daha az olacak. Yani bugünkü zaman yatırımları ileride karşılanmayabilir. Bakım sektörü için Kanada, Almanya gibi bazı yaşlanan ülkeler genç göçmen alıyor. Ama en yaşlı nüfus Japonya göçmen sevmiyor. Onun için robot teknolojisine ağırlık veriyorlar. Robotlar insana alternatif olamaz ama neyse. Bu sistemin bir gediği de bugün sağlık nedenleriyle yaşlı bakımı veremeyen gençleri dışarıda bırakması. Onlar yaşlandığında bu haktan mahrum kalabilir. Bu açıklarına rağmen fikir olarak muhteşem bir uygulama. İleride aynı hizmeti alma garantisi olmasa bile gönüllülükle geçirilen zaman hiç boşa giden zaman değildir. Dünyanın en güzel duygularından biridir.
KURUCU LİDERLERİN İMTİHANI
Sıradan nesnelerin haz ve eleştiri aracına dönüştüğü bir dönemde yaşıyoruz. Her şey birdenbire çok ‘marjinalleşince’ sıradanlık değerlendi. Bugünün sanat eserleri de içinde bulundukları çağın aynası oluyor.
21’inci yüzyılın toplumunu yansıtıyorlar. Bu eserlerden en ünlüsü ‘Komedyen’. İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın duvara gri bantla yapıştırdığı muzdan oluşan eserinin adı. Hatırlayanlar olacaktır. Bu eser, 2019’da Miami’deki sanat etkinliği Art Basel’de sergilendi. Ve o muz, çağdaş sanat tarihinde bir dönemin sembolü haline geldi. Fenomene dönüşen muz, yani Komedyen adlı eser için galeri ziyaretçi rekoru kırdı. Muzla selfie çektirmek isteyenler saatler süren kuyruklara girdi. Muz, bugünün Mona Lisa’sı oldu yani. Sonra o muz 120 bin dolara satıldı! Gelecek ay da 1.5 milyon dolara açık artırmaya çıkıyor. Dünkü POSTA kapağında bu haberi görmüş olabilirsiniz. Satılacak olan muz değil, bir muzu bu şekilde bir sanat eseri olarak sergileme hakkı! Bu muzun bir sanat eseri olup olamayacağı, halen tartışılıyor.
SANATÇININ DEVAMI
Bazı eleştirmenler, onun modern insanın içindeki anlam boşluğunu dolduran bir eğlence aracı olduğunu savunuyor. Bazıları sanatçıdan bir parça taşımadığı için sanat eseri sayılmayacağını söylüyor. Sanatçı bu yaklaşıma katılmıyor. Cattelan, “Benim için Komedyen bir şaka değil; samimi bir yorum ve neye değer verdiğimizin bir yansıması. Sanat fuarlarında hız ve ticaret hüküm sürer. Diğerlerinin resimlerini sattığı gibi ben de muz satabilirim. Sistem içinde ama kendi kurallarımla oynayabilirim” diyor. Yani kendisinin bir uzantısı aslında o muz. Sisteme meydan okuyuşu. Muza servet ödeyebilen zenginlerle muza erişemeyen yoksullar arasındaki gelir eşitsizliğine bir eleştirisi aynı zamanda. Komedyen, derin eleştirel düşünce ile yıkıcı zekanın tam ortasında duruyor. Tek bir hareketiyle sanat dünyasının temellerini sarsan Cattelan, sanatın doğasına ilişkin algının yeniden şekillenmesini sağlıyor. Sanatı ana akım popüler kültürün tam merkezine taşıyarak yapıyor bunu. Zira Instagram çağında sanat eserlerinin değeri, ‘etkileşim gücü’yle ölçülüyor. O eserle fotoğraf çektirmek istemek, o fotoğrafı paylaşmak, o fotoğraftan para kazanmak, eserin değerlenmesini sağlıyor. Muzla, yani eserle selfie çektirenler de o eserin bir parçası haline geliyor.
Genco Gülan’ın Artemis’i yorumladığı heykelin dışı kakao kaplama. Esere yaklaştıkça burnunuza çikolata kokusu geliyor! Contemporary İstanbul’da Esra Gülmen’in İstanbul’a karşı konumlandırılmış, aynalı Ne Seninle, Ne Sensiz (Neither With Nor Without You) eseriyle.